Adem
Aleyhisselam
|
İlk insan ve ilk peygamber
Yeryüzünde
yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası. Allahü
teâlânın emri ile melekler çeşitli memleketlerden topraklar
getirdiler. Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile
çamur yapıp insan şekline koydular. Bu şekilde Mekke ile Tâif arasında
kırk yıl yatıp "salsâl" oldu yâni pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed
aleyhisselâmın nûru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cumâ günü rûh
verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı
kesin olarak bildirilmedi. Allahü teâlânın emri ile bütün melekler Âdem
aleyhisselâma karşı secde ettiler. Uzun zaman meleklerin hocalığını
yapmış olan İblis, kibirlenip bu emre karşı geldi ve Âdem aleyhisselâma
karşı secde etmedi. "O çamurdan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım.
Ondan üstünüm." iddiâsında bulundu. İblis (şeytan) kendini üstün görüp,
kibirlenerek Allahü teâlânın emrine uymayınca gadab-ı ilâhiyyeye uğradı
ve Cennet'ten kovuldu. Âdem aleyhisselâm kırk yaşındayken Firdevs
adındaki Cennet'e götürüldü. Cennet'te bulunduğu sırada veya daha önce
Mekke dışında uyurken sol kaburga kemiğinden hazret-i Havvâ yaratıldı.
Allahü teâlâ onları birbirine nikâh etti. Cennet'te yerleşmelerini ve
Cennet'in meyvelerinden dilediklerini yemelerini bildirdi. Fakat,
Cennet'te bulunan bir ağaç için, "Bu ağaca yaklaşmayın, bu ağaçtan
yemeyin." buyurdu.Âdem aleyhisselâm ve Havvâ vâlidemiz, Cennet'te
bin yıl kadar yaşayıp, İblisin yalan yeminine inanarak yasak edilen
ağacın meyvesinden unutarak önce hazret-i Havvâ, sonra Âdem
aleyhisselâm yedikleri için Cennet'ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselâm
Hindistan'da Seylan (Serendib) Adasına, Havvâ ise Cidde'ye indirildi.
Birbirlerinden ikiyüz sene müddetle ayrı kalan Âdem aleyhisselâm ve
hazret-i Havvâ bu müddet içinde ağlayıp yalvardıktan sonra tövbe ve
duâları kabûl oldu. Hacca gelmeleri emrolundu.
Arafât Ovasında hazret-i Havvâ ile buluştu. Kâbe'yi inşâ etti. Her sene
hac yaptı. Arafât Meydanında veya başka meydanda kıyâmete kadar gelecek
çocukları belinden zerreler hâlinde çıkarıldı. "Ben sizin Rabbiniz
değil miyim?" diye soruldu. Hepsi; "Belâ=Evet!" dediler. Sonra hepsi
zerreler hâline gelip beline girdiler. Buna "Ahd-ü-Misâk" ve "Kâlû
Belâ" denildi. Âdem aleyhisselâm ve hazret-i Havvâ daha sonra şam'a
geldiler. Burada yirmi defâ ikiz evlâdı oldu. Bir defâ da yalnız Şît
aleyhisselâm oldu. Neslinden kırkbin kişiyi gördü. Oğullarına ve
torunlarına peygamber olarak gönderildi. Cebrâil aleyhisselâm kendisine
oniki defâ geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi. Bu kitapta;
îmân edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit
namaz kılmak, gusül boy abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti
yememek, tıb, ilaçlar, hesab, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca
fizik, kimya,tıb,eczâcılık, matematik bigileri öğretildi. İbrânî,
Süryânî ve Arab dillerinde kerpiç üstüne çok yazı yazıldı.
İlk insanlar,bazı târihçilerin zannettiği gibi
ilimsiz,fensiz,görgüsüz,çıplak ve vahşî kimseler değildi.Bugün
Asya,Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere
benziyen vahşîler yaşadığı gibi,ilk insanlarda da bilgisiz basit
yaşayanlar vardı.Bundan dolayı ne bugünkü,ne de ilk insanların hepsi
için vahşîdir denilemez.Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde
yaşarlardı. Okuma-yazma
bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekmek yapmak gibi
sanatları vardı. Altın üzerine para dahi basılmış,mâden ocakları
işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.
Âdem aleyhisselâmın hiç sakalı yoktu. İlk sakalı çıkan Şit
aleyhisselâmdır. Hazret-i Âdem çok güzeldi. Siyah saçlı ve buğday
tenliydi. Onbir gün hasta yatıp, bir Cumâ günü vefât etti. Âdem
aleyhisselâm vefât edince, Cebraîl aleyhisselâm bir gömlek giydirdi.,
Şit
aleyhisselâma yıkamayı öğretti. Yıkayıp kefenlediler.
Hadîs-i
şerîfte
buyruldu ki:
"Âdem
aleyhisselâm vefât edince,melekler üç defâ su ile
yıkadılar.Onu defnettiler." Sonra çocuklarına dönerek; "Ey
âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız dediler." Şit aleyhisselâm imâm
olup cenâze namazını kıldırdı. Âdem aleyhisselâmın kabri;
Kudüs'te, Minâ'da, Mescid-i Hîf'te veyâ Arafât'tadır. Hayatını bildiren
rivâyetler birbirinden farklıdır.
Hazret-i
Âdem, Allah'a ilk hamd ve ilk tövbe edendir. Seçilmişlerin
ilki, yeryüzünde Allahü teâlânın ilk halîfesidir.Birçok mûcizeleri
vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Yırtıcı, vahşi hayvanlarla konuşurdu.
Susuz dağ ve taşlara elini vurunca,pınarlar fışkırır,temiz sular akardı.
Eline aldığı ufak taşlar,yüksek sesle Allahü teâlâyı zikrederdi.
Âdem aleyhisselâmın yaratılması,Cennet'te kalması,Cennet'ten
çıkarılarak yeryüzüne indirilmesi,Kur'ân-ı kerîmde çeşitli âyet-i
kerîmelerde bildirilmiştir.
|
Davud
Aleyhisselam |
Süleyman
aleyhisselâmın babasıdır. Sesi çok
güzeldi.
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdârdı.
Soy bakımından Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna dayanır.
Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve
orada
vefât etti. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitâbı verildi. Sesi çok
güzel ve tesirliydi. İsmi Kur'ân-ı kerim'de on altı yerde geçmektedir.
Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına birçok
peygamberler gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle
amel etmeye dâvet ettiler. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan
İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygamberlerini
dinlemediler, ahkâkları tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi
hükümdârı Câlût'u karşılarına belâ gönderdi. Câlût, İsrâiloğullarını
vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr
gelerek memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine
yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan Dâvûd aleyhisselâm, Câlût'u öldürdü.
Tâlût'un ölümünden sonra, Dâvûd aleyhisselâm İsrâiloğullarının
hükümdârı oldu. Bir müddet sonra Allahü teâlâ kendisine peygamberlik
vazifesi ve Zebûr adlı kitabı verdi. İnsanları Allahü teâlânın dinine
dâvet etti ve adâletle hükmetti. Filistin, Sûriye ve Arap Yarımadasının
birkısmını fethederek memleketi genişletti. Kudüs'ü başkent yaptı.
Ayrıca Amman, Haleb, Nusaybin ve Ermenistan'ı da fethetti. Mescid-i
Aksâ adıyla Kur'ân-ı kerimde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını
başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleymân
aleyhisselâma vasiyet ederek, yüz yaşında vefât etti. Kabrinin Kudüs
sûru dışında olduğu rivâyet edilir.
Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel ve
tesirli sesi vardı. Kendisine İbrâni dilinde Zebûr kitabı geldi. Bu
kitap, manzum şekilde olup, eski manzum kitapların en meşhurudur.
Zebûr, meşhur dört ilâhi kitapdan biri olup, Tevrât'tan sonra
gönderilmiştir. Vâz ve nasihat şeklinde olup, Tevrât'ı kuvvetlendirdi.
Onu açıklayıp onunla amel etmeye çağırdığından,Tevrât'ın hükümlerini
yürürlükten kaldırmadı. Dâvûd aleyhisselâm, hazret-i Mûsâ'nın getirdiği
dini kuvvetlendirdiğinden resûl olmayıp, Beni İsrâil'e gönderilen
nebilerden biridir. Dâvûd aleyhisselâm çok ağlar, çok ibâdet ederdi.
Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak ibâdetle geçirirdi.
Gecenin
ancak
üçte bir kısmında uyurdu. Bir gün oruç tutar, öbür gün tutmazdı. Allahü
teâlâ mûcize olarak dağları, taşları, kuşları onun emrine vermişti.
Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner,
hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. Allahü teâlâ Dâvûd
aleyhisselâma demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli
verebilme mûcizesi verebilmişti. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle
geçinir, devlet hazinesinden birşey almazdı. Yırtıcı hayvanlar,
hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet
ederlerdi. Kur'ân-ı kerimde Bakara, Nisâ, Mâide, En'âm, İsrâ, Enbiyâ ve
Sâd sûrelerinin birçok âyet-i kerimelerinde Dâvûd aleyhisselâmdan
bahsedilmektedir.
|
Elyesa Aleyhisselâm |
Mûsâ
aleyhisselâmın
dinini İsrâiloğullarına yaydı.
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden.
İlyâs
aleyhisselâmdan sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ aleyhisselâmın
dinini yaymakla vazifelendirilmiş nebi idiler. İlyâs aleyhisselâm,
İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı. Onu
dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta
tapmaya ısrarla devâm ettiler. Bu isyânları ve azgınlıkları sebebiyle,
Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli
sıkıntılarla cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı.
Yağmur yağmaz oldu, kıtlık başgösterdi ve mahsûl alamadılar. Yiyecek
bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda İlyâs
aleyhisselâmı bulup, nasihatını dinlediler. İmân ettikleri için,
üzerlerinde belâlar ve musibetler kaldırıldı. Bir müddet sonra, tekrar
dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar.
Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar. İlyâs
aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle Ba'ıbek'te yaşayan bu kabile
arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya
imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu dâvetleri sırasında uğradığı bir
belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun
üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misâfir
olmuştu. bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm,
o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun
sıhhate kavuşması için duâ istedi. İlyâs aleyhisselâm da duâ etti.
Elyesa aleyhisselâm hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra
İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât-ı şerifi
öğrendi. İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa aleyhisselâm, Allahü teâlâ
tarafından peygamber olarak görevlendirildi.
Elyesa
aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi
yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim,
Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan
ayrıldı. Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki
ayrılık ve başka memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler.
İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez
oldu. Nihâyet Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı.
Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar. Bu hâdiselerin
vukû bulduğu sıralarda, Yûnus aleyhisselâm, Asûrluların başşehrş olan
Ninova'da dünyâya gelmişti
Elyesa
aleyhisselâmdan Kur'ân-ı kerimde bahsedilmiş olup meâlen; ''(Yâ
Muhammed!) İsmâil'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hâtırla. (Kavmine anlat)
Bunlar hayırlılardan idiler.'' (Enbiyâ sûresi:85) buyrulmaktadır.
MÛCİZELERİ:
1-Eriha
şehri ahâlisinin içme suları acılaşmıştı. Bu durumu Elyesa
aleyhisselâma bildirip, kendilerine yardımcı olmasını istemişlerdi.
Bunun üzerine. Elyesa aleyhisselâm acılaşan suyun içine bir parça tuz
atıp, ''Tatlı ol!'' deyince, Allahü teâlânın üzniyle su tatlı ve
lezzetli olmuştur.
2-Borçlu
ve dul bir kadın, Elyesa aleyhisselâma gelip, fakirliğinden şikâyetçi
olmuştu. ''Evinde neyin var?'' deyince, kadın; ''Bir kaşık kadar yağım
var.'' dedi. Elyesa aleyhisselâm, kadına; ''Git, o yağı bir kab içine
koy.'' buyurdu. Kadında gidip yağı bir kabın içine koydu. Elyesa
aleyhisselâmın mûcizesiyle o yağ o kadar arttı ki, pekçok kap yağ ile
doldu. Fakir kadın bundan borçlarını ödediği gibi, zengin de oldu.
İsrâiloğulları,
Elyesa aleyhisselâma bazân uyup, bildirdiği emirleri yerine getirdiler.
Bâzan da muhâlefet ettiler. Elyesa aleyhisselâm vefâtına yakın Zülkifl
aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halife tâyin
etti.
|
Eyyub
Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden.Hazret-i İshâk'ın oğlu Iys'ın
neslindendir. Kendisine yedi kişi îmân etti. Yüzkırk sene yaşadı. Sabrı
ile insanlık tarihinde darbımeselle anılan Eyyûb aleyhisselâm, Kur'ân-ı
kerîmde zikredilmiştir.
Eyyûb
aleyhisselâmın çok mal ve serveti ile oğlu vardı. Sürü sürü
hayvanları,bağları ve bahçeleri bulunuyordu. Şam civarında Beseniyye
mevkiindeki çiftliklerinde binlerce insan çalışırdı. Fakat servetinin
çokluğu onu Allah yolundan alıkoymadı. Eyyûb aleyhisselâm Şam civarında
yaşayan insanlara peygamber olarak gönderildi.Onları Allahü teâlâya
îmân ve ibadet etmeye çağırdı.Bu uğurda pek çok zahmet çekti.Sonra
malı,evladı ve bedeni ile imtihan edildi.Eyyûb aleyhisselâm çok büyük
sıkıntılara göğüs gerdi. Sabrı, kullukta kusur etmeyip şikâyette
bulunmayışı ve başka güzel vasıfları ile ibadet ehline ve akıl
sahiplerine örnek oldu.
Allahü teâlâ hazret-i Eyyûb'u imtihan etmeyi murâd
etti.Onun malarını
çeşitli vesilelerle elinden aldı. Koyunları sel, ekinleri ise rüzgar
ile
telef oldu. Şeytan çoban suretinde ağlayarak Eyyûb aleyhisselâmın
yanına
geldi. O sırada insanlara vaaz nasihatte bulunan Eyyûb aleyhisselâma
mallarının ve servetinin telef olduğunu söyledi.Hezret-i Eyyûb bu heber
kerşısında hiç şikayette bulunmayarak Allahü teâlâya hamd ve şükürde
bulundu ve "Üzülme! Omalı mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de
aldı. Çünkü sahibi O'dur." dedi.Bu sözleri ve hareketi karşısında
şeytan
perişan olup, geri gitti.
Sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın,hocaları
ile ders okuyan
çocuklarının da zelzeleyle ruhlarını aldı.Bu defa hoca şekline giren
şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi;"Ey
Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı.Çocukların öldü.Her biri
parça parça oldular." dedi.Çocuklarına olan şefkatından dolayı
gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve tevekkül
ederek,Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi.Şeytana da:"Ey mel'ûn!Sen
İblissin. Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun.Şunu bil
ki,evladım bir emanet idi.Rabbime niçin inciniyim.Rabbime hamd ederim."
buyurdu.Bundan sonra Allahü teâlâ Eyyûb aleyhisselâmın vücuduna
hastalık verdi. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe
şiddetlendi.Akrabaları,komşuları ve başkaları yanına uğramaz
oldu.Yalnız hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi.Ona hizmetine devam
edip,ihtiyaç için neyi varsa sarf etti. Hazret-i Eyyûb bu halinde de
şikâyet ve feryâdda bulunmayıp, hamd etti ve sabır gösterdi. Bu defa
şeytan Eyyûb aleyhisselâmın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;"
Onun hastalığı size geçer,onu şehrinizden çıkarın." dedi. Şehir halkı
Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîme'yi şehirden dışarı
çıkardılar. Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a
hizmete devam etti.Hazret-i Eyyûb,yedi yıl dert ve bela içinde
kaldı. Hâlinden hiç şikâyet etmedi. Şeytan, bu defa insan suretinde
Rahîme
Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya
çalıştı. Ona;" Kendine yazık ediyorsun. Hastalığı sana geçer."
dedi. Rahîme Hâtun ise,şeytana;" Onun üzerimdeki hakkı
çoktur, ödeyemem. Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım. Bu hastalık
hâlinde onu bırakamam." dedi. Dönüşte, onları hazret-i Eyyûb'a
anlattı. Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun
vesvesesinden sakınmasını söyledi. Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun
karşısına çıkarak,vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.
Hazret-i
Eyyûb'un hastalığı gittikçe şiddetlendi .Onun bu hâli
beden, kalp ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini
iyice zorlaştırdı. O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu:" Bana
gerçekten hastalık isabet etti. Sen merhamet edenlerin en
merhametlisisin." dedi. Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını kabûl
etti. Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya
çıkmıştı. İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı. Cebrâil
aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan; Ey Eyyûb!Belâ verdim
sabrettin. Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim." haberini getirdi.
Allahü
teâlâ;" (Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur. Çıkan sudan gusleyle ve
soğuğundan
iç." (Sâd sûresi:42) buyurdu. Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm
ayağını yere vurdu. Biri sıcak, biri soğuk, iki pınar fışkırdı. Sıcak
sudan
gusl edince bedenindeki, soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan
kurtuldu ve sıhhate kavuştu. Kuvveti geri geldi. Taze bir genç
oldu. Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti. Çok
sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını
diriltti. Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.
Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı afiyet haline
dönüşünce,o gece seher
vaktinde bir âh eyledi. Sebebini sorduklarında;" Her gece seher
vaktinde "Ey bizim hastamız nasılsın?" diye ses duyardım. Şimdi o vakit
geldi; "Ey sihhatli kulumuz nasılsın?" sesini duyamadım. Onun
için
ağlıyorum." buyurdu.
Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda en olgun evladı
olan Havmel'i vâsi
tâyin etti.Tehiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı.Yüzkırk sene ömür
sürdükten sonra vefât etti.Bişr isimli bir oğlunun peygamberliğinde
ihtilâf olunmuştur.Onun yaşıyla ilgili başka rivâyetler de
vardır.Hazret-i Eyyûb'un kabri Şam'da Beseniyye denilen yerdedir.
Mucizeleri:
Eyyûb aleyhisselâm Allahü teâlânın
emirlerini tebliğ ederken
biçok mûcizeler gösterdi.Bunlardan bazıları şöyledir.
1.Eyyûb aleyhisselâmın duâsı bereketi
ile koyunların yünleri ibrişim
olurdu.
2.Eyyûb aleyhisselâm kavminin hâkimini
îmâna dâvet ettiği vakit o da;"
Evimdeki direklerin kalkarak havada durmasını senden mûcize olarak
isterim." demişti.Hazret-i Eyyûb duâ etti.Nihayet evin direkleri düştü
ve ev havada kaldı.Hâkim bu mûcizeyi gördüğü hâlde îmân etmedi.
3. Eyyûb aleyhisselâmın duâsıyla
çöldeki seraplar ve dumanlar su
olurdu.
Eyyûb aleyhisselâm güzel huylu,cömerd ve çok
merhametliydi.Fakirlere,misafirlere,yetimlere çok yerdım
ederdi.Bedenine,malına ve evlâdına gelen musibetlere
sabredip ilahî takdire rızâ
gösterirdi.Bundan dolayı insanlık tarihinde, "Eyyûb aleyhisselâmınsabrı
gibi" darbımeseliyle anıldı.Allahü teâlâ onu bu güzel vasıfları
sebebiyle Kur'ân-ı kerîmde şöyle mehd ü senâ buyurdu:" Biz onu
(belâlara) hakikaten sabırlı bulduk.O ne güzel kuldu.Şüphe yok ki o
tamamen Allah'a dönen (bir zât) idi." (Sâd sûresi:44) Eyyûb
aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerîmin En'âm,Nısâ,Sâd ve Enbiyâ
sûrelerinde bilgi verilmiştir.
|
Harun
Aleyhisselam
|
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Hazret-i Mûsâ'nın ana-baba bir büyük
kardeşidir. Babasının ismi, İmrân bin Yasher'dir. Soy itibârıyla Yâkûb
aleyhisselâmın oğullarından Lâvi'ye dayanır. Mısır'da doğdu. Mûsâ
aleyhisselâmdan üç sene önce Tûr-i Sinâ'da vefât etti. Hârûn
aleyhisselâm, isrâiloğulları üzerine firavun'un ve Kıbtilerin zulüm ve
baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu ve gençliği Mısır'da
geçti. Mûsâ aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildikten sonra, Hârûn
aleyhisselâma da peygamberlik emri bildirildi. Mûsâ aleyhisselâmla
birlikte Firavun'a gitmeleri, onu ve avânesini Allahü teâlâya imâna
dâvet etmeleri emredildi. Hârûn aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmla
birlikte Firavun'u ve adamlarını hak dine inanmaya dâvet ettiler.
Kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve insanların kendisine secde
etmelerini isteyen Firavun, Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâmın dâvetini ve
izahlarını kabul etmedi. İlk önce alay edip hakâret dolu sözler sarf
etti. Mûsâ aleyhisselâma inananlara ve İsrâiloğullarına korkunç
zulümler yaptırdı. İsrâiloğulları durumlarını Mûsâ ve Hârûn
aleyhisselâma bildirip duâ istediler. Allahü teâlâ, Firavun ve kavmine
ikâz olarak musibetler gönderdi. Mûsâ ve Hârûn aleyhisselâm, Allahü
teâlânın emriyle İsrâiloğullarını Mısır'dan çıkarıp, Kızıldeniz'den
yürüyerek Sinâ Yarımadasına geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için
denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezâsı olarak, boğulup helâk
oldular.
Mûsâ
aleyhisselâm, kavmiyle berâber Tih sahrasındayken Allahü teâlâdan gelen
vahiyle Tevrât-ı şerif'i almak üzere Tûr Dağına gittiği sırada
Hârûn aleyhisselâmı yerine vekil bıraktı. Mûsâ aleyhisselâm Tûr
Dağındayken, İsrâiloğulları Hârûn aleyhisselâmı dinlemeyşp Sâmiri
adında bir münâfığın hilelerine kapılarak, yaptıkları altın buzağı
heykeline taptılar. Hârûn aleyhisselâm kavminin bu câhilce ve azgınca
hareketi karşısında onlara nasihatlerde bulundu. Onları bu inanış ve
hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı. Onun nasihat ve uyarılarını bir
kısmı kabul ettiyse de bir kısmı kabul etmedi. Hârûn aleyhisselâmı
tehdit ettiler. Hârûn aleyhisselâm, kendisine tâbi olan 12.000 kişiyle
birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde
mücâdele etmek istedi. Fakat Mûsâ aleyhisselâmın, ''İsrâiloğullarını
parçaladın, birbirinden ayırdın!'' diyeceğini düşünerek, bu işten
vazgeçti. Mûsâ aleyhisselâmın Tûr'dan dönmesini bekledi.
Mûsâ
aleyhisselâm, Tûr Dağından dönüşünde kavminin altın buzağı heykeline
taptığını görünce çok üzüldü. Bu hâlin sebebini Hârûn aleyhisselâma
sordu. Hârûn aleyhisselâm da İsrâiloğullarının kendisini
dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdit ettiklerini, Sâmiri adında
bir münâfığa uyarak bu yola saptıklarını bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm
Sâmiri'ye bedduâ etti ve İsrâiloğullarının tövbe etmelerini bildirdi.
İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın dediklerini kabul ettiler ve tövbe
ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ
aleyhisselâmla birlikte gayret etti. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma
kavmini toplayıp, Arz-ı Mev'ût denilen bölgeye (Filistin ve Şam
bölgesi) götürmesini ve puta tapan Amâlika kavmiyle harp etmesini
emretti. İsrâiloğulları, o beldelerde zâlim ve kuvvetli hükümdârların
bulunduğunu ileri sürerek harbe gitmediler. Allahü teâlâ bu isyânları
sebebiyle İsrâiloğullarına kırk yıl müddetle Arz-ı Mev'ûd'a girmeyi
haram kıldı. İsrâiloğulları bu kırk sene içinde Tih sahrâsında şaşkın
ve perişan şekilde dolaştılar. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ
aleyhisselâmla birlikte İsrâiloğullarının sıkıntılarına sabretti.
Hârûn
aleyhisselâm, İsrâiloğullarının nankörlükleri üzerine, cenâb-ı Hakk'ın
kendilerini Tih çölünde kalmaya mahkûm ettiği kırk senenin sonlarına
doğru, hazret-i Mûsâ'dan birkaç sene veya bir rivâyete göre üç sene
evvel vefât etti. Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli rivâyetler
vardır. Hârûn aleyhisselâmla ilgili olarak Kur'ân-ı kerim'in Mâide,
A'râf, Yûnus, Tâha, Furkan, Şuarâ, Kasas, Saffât, sûrelerinde bilgi
verilmektedir.
|
Hızır Aleyhisselam
|
Hızır
aleyhisselam, velî veyâ
peygamberdir. Rûhu, darda kalana yardım eder.
İbrâhim
aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya
kıtalarına hâkim olan Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve
teyzesinin oğludur. İsminin, Belkâ bin Melkan, künyesinin Ebü'l-Abbâs
olduğu ve soyunun Nûh aleyhisselâmın Sam isimli oğluna dayandığı
bildirilmiştir. Bâzıları da Hızır aleyhisselâmın İsrâiloğullarından
olduğunu söylemiştir. Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir
yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından
dolayıdır. Sahih-i Buhâri'de bildirilen bir hadis-i şerifte peygamber
efendimiz; ''Hızır (aleyhisselâm), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o
yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.'' buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâmla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefâtından sonra rûhu
insan şeklinde gözüküp, gariblere yardım etmektedir.
Hızır
aleyhisselâm, Allahü teâlânın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve
vefât etti. Ancak Allahü teâlâ onun rûhuna insan şeklinde görünmek ve
kıyâmete kadar yardım isteyen Müslümanların imdâdına yetişmek, yardım
etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özellikleri verdi. Bâzı
âlimler ''nebi'' (peygamber), bâzı âlimler de''veli'' dir dediler.
Hızır aleyhisselâmda, yaşayan insanlarda görülen hâller bulunduğu
için yaşıyor zannedilmektedir.
Hızır
aleyhisselâm, güzel ahlâk sahibi, cömert ve insanlara karşı çok
şefkatliydi. Allahü teâlânın izni ile kerâmet ehli olup, kimyâ ilmini
bildirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünni ilme sâhipti. Hızır
aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâm ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk
yapması Kur'ân-ı kerim'de Kehf sûresi 60 ve 80. âyetlerinde ve hadis-i
şeriflerde bildirilmiştir.
Peygamber
efendimiz Eshâb-ı kirâm ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını
kıldıktan sonra iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler.
Resûlullah efendimiz; ''Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim Hızır'dır.
Sizi övüyor.'' buyurdu. Hızır aleyhisselâm bir çok zâtın tasavvufta
yetişmesinde rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselâmın
tasavvufta yetiştirdiği en meşhûr âlim ve velilerden biri Abdülhâlık
Goncdüvâni hazretleridir.
Hızır
aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmla birlikte peygamber efendimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtında hâne-i saâdetlerine gelip Ehl-i
beyt için sabır ve tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır
tavsiye ettiklerini hazret-i Ebû Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.
|
Hud
Aleyhisselam
|
Yemen'de
bulunan Âd kavmine gönderilen peygamber. Nûh aleyhisselâmın oğlu Sâm'ın
neslindendirç Bir ismi de Âbir olup, lakabı Nebiyyullahtır. Kur'ân-ı
kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Yemen'de Aden ile Umman
arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup yetişti. Çocukluğundan itibaren
Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgul oldu. Ara sıra ticâretle de
uğraşan hûd aleyhisselâm, gayet şefkâtli ve çok cömertti. Nûh tûfânında
sonra torunlarından biri olan Âd, Yemen'de Hadramut civârında Ahkâf
denilen yerde yerleşti. Âd'ın neslinden gelen insanlar çoğalarak büyük
bir kavim oldular. Bunlara Âd kavmi denildi. Bulunduları belde
bereketli bir yerdi. Bağlar, bahçeler her tarafı sarmış ve İrem bağları
diye meşhur olmuştu. Oğulları, malları, davarları ve muhteşem sarayları
vardı. Güçleri, kuvvetleri, boyları ve cüsseleri ile meşhur olan bu
insanlar, servetlerinin ve maddi güçlerinin çokluğuna bakarak azdılarve
doğru yoldan, dinlerinden ayrıldılar. Yeryüzünde büyüklük tasladılar.
Allahü teâlâyı unuttular ve çeşitli putlara tapmaya başladılar.
Ellerindeki maddi imkânlarla etrâfa dehşet salıyorlar, fakirleri ve
diğer kabileleri zulümleri altınta inletiyorlardı. Onları köle gibi
çalıştırıyorlar, çeşitli işkencelerle öldürüyorlardı. Allahü teâlâ, Âd
kavmine doğru yola kavuşturmak için Hûd aleyhisselâmı onlara peygamber
gönderdi. bu hususta Kur'ân-ı kerimde meâlen buyruldu ki:
Âd
kavmine
kardeşleri Hûd'u peygamber olarak gönderdik. Hûd (aleyhisselâm) onlara;
''Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek o'ndan başkası
yoktur. Hâlâ o'nun azâbından korkmayacak mısınız?'' dedi. (A'râf
sûresi:65) Hûd aleyhisselâm kavmini doğru yola kavuşturmak için tebliğ
vazifesine başladı. Onları putlara tapmaktan, zulüm ve günahlardan
tövbe ederek vazgeçmeye ve Allahü teâlâya şükür ve ibâdete çağırdı.
Fakat Âd kavminin insanları, Hud aleyhisselâmı dinlemeyip, ona karşı
kaba ve inkârcı davrandılar. Hûd aleyhisselâm kavminin bu tutumu
üzerine; ''Eğer doğru yola gelmezseniz, haberiniz olsun, ben size
tebliğ vazifemi yapıyorum; Rabbim size acı bir azap gönderir de helâk
olursunuz?'' buyurdu. Azgın Âd kavmi, Hûd aleyhisselâma; ''Mûcize
getirmeden putlarımızı terk etmeyiz.'' dediler. Hûd aleyhisselâm
onlara; ''İstediğiniz mûcize nedir?'' diye sordu. Onlar da ''Rüzgârı
istediğin tarafa çevir!'' dediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti. Allahü
teâlâ; ''Ne tarafa istersen elinle işâret et!''^buyurdu. O da eliyle
işâret edince, rüzgâr istediği istikâmette esmeye başladı. Büyük
kayaların toprak olmasını istediler. Hûd aleyhisselâmın duâsı ile bu da
oldu. Bu mûcizeleri gördükleri hâlde inanmayıp hırçınlaşarak koyunların
yünlerinin de ipek olmasını istediler. Hûd aleyhisselâm duâ etti.
koyunların yünü ipek hâline geldi. Âd kavmi, gösterilen mûcizelere
rağmen inanmadılar. ''Sen bizi putlarımızdan ayırmak için mi geldin?
Doğru söylüyorsan, haydi bizi tehdit azâbı getir de görelim!'' dediler.
Hûd aleyhisselâm kavmini imâna dâvete devâm etti. Pek az kimse imân
etti. Kavmi ise hakâret edip kendinden geçinceye kadar dövdü. Kavminin
ıslâh olmayacağını anlayan hûd aleyhisselâm: ''Yâ Rabbi! Sen herşeyi
biliyorsun. Ben onlara peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara,
ders almalarına vesile olacak bir musibet ver?'' diue bedduâda bulundu.
hûd aleyhisselâmın bedduâsını kabul buyuran Allahü teâlâ, Âd kavmine
önce kuraklık, kıtlık musibetini verdi. Üç sene müddetle akan pınarlar
kurudu. Yeşillikler sarardı, soldu. Meşhûr İrem Bağları yok oldu.
İnsanlar bir yudum suya, bir parça ekmeğe muhtaç hâle geldiler.
Hayvanlar susuzluktan telef oldular. Devamlı olarak bunaltıcı kuru bir
rüzgâr esiyordu. İnsanlar ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes
alıyordu. tozdan göz gözü göremiyordu. bu arada Hûd aleyhisselâm
kavmini imâna, tövbe ve istiğfâra dâvete devâm ediyordu. Hûd
aleyhisselâmın kavmine meâlen şöyle dediği bildirilmektedir:
''Ey
kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra o'na tövbe edin ki, gökten
üzerinize bol bol bereket (ekinleri yetiştirecek yağmur) indirsin ve
kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günahlarınıza ısrar ederek
imândan yüz çevirmeyin.'' (Hûd sûresi: 52) Hûd aleyhisselâmın bu son
dâveti de onların aklını başlarına getirmeye yetmedi. Hûd aleyhisselâma
işkenceye ve onu öldürmeye kalkıştılar. Artık onlara azâbın gelmekte
olduğu Hûd aleyhisselâma bildirildi. Bir sabah Hûd aleyhisselâm imân
edenleri biraraya topladı. Gün ağarırken ufukta siyah bir bulut
belirdi. Bunu gören Âd kavmi, işte bize yağmur geliyor, dediler. Hûd
aleyhisselâm ''Hayır, o can yakıcı azâb veren bir rüzgârdır. Her şeyi
yok eder.'' dedi. Rüzgâr korkunç bir ses çıkararak vâdiyi kapladı. Son
derece hızlı ve soğuk olup, her şeyi saman çöpü gibi savuruyordu.
Fussilet sûresi 16. âyet-i kerimesinde, bu rüzgâr ''sarsar'' (kavurucu
rüzgâr); azâb günleride ''eyyâm-ı nahisât'' olarak geçmektedir. Âd
kavmi kasırgadan kurtulmak için tutundukları ağaç ve taşlarla birlikte
havaya fırlayarak paramparça oldular. Hepsi ölüp yere serildiler. Daha
sonra rüzgâr bunları sürükleyip denize attı. Mal ve mülklerinden hiçbir
eser kalmadı, helâk olup gittiler. Âd kavminin helâk oluşu Kur'ân-ı
kerimde meâlen şöyle bildirilmektedir:
''Nihâyet
Hûd'u ve berâberindeki imân edenleri, rahmetimizle kurtardık ve
âyetlerimizi tekzib ederek, yalanlayarak imân etmemiş olanların kökünü
kestik.'' (A'râf sûresi: 72) Hûd aleyhisselâm ve ona imân edenler bu
şiddetli kasırgada Allahü teâlâ tarafından muhâfaza edildiler.
Kâfirleri helâk eden şiddetli fırtına, onlara serinletici ve
rahatlatıcı hafif bir rüzgâr gibi esiyordu. Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi
helâk olduktan sonra, kendine inananlarla birlikte Mekke-i mükerremeye
gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet ve taatla meşgul oldu
ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerif (Kâbe-i muazzamanın
etrâfındaki mescit) te Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet
edilmektedir.
Hûd
aleyhisselâm ve peygamber olarak gönderildiği Âd kavmiyle ilgili
olarak Kur'ân-ı kerimin A'râf, Hûd, Mü'minin, Fussilet, Ahkâf, Zâriyât,
Kamer, Hâkka, Şuarâ ve Fecr sûrelerinde bilgi verilmektedir.
|
İbrahim Aleyhisselam
|
Kur'ân-ı
kerîm'de ismi bildirilen peygamberlerden,ülülazm adı verilen altı
peygamberden biri olup, Keldânî kavmine gönderilmiştir. Peygamber
efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra peygamberlerin ve insanların
en üstünüdür. Allahü teâlâ ona Halîlim (dostum) buyurduğu için
Halîlullah veya Halîlürrâhmân olarak bilinir. Babası mümin olan Târûh
olup,annesi Emine'dir. İbrâhim aleyhisselâm, peygamber efendimizin
dedelerindendir. Çünkü, ilk oğlu İsmâil aleyhisselâm Arapların, ikinci
oğlu İshâk aleyhisselâm da İsrâiloğullarının ceddi yâni
dedesidir. Keldâni memleketi olan Bâbil'in doğu tarafında ve Dicle ile
Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Yüz yetmiş beş yaşındayken
Kudüs'te vefât etti.
İbrâhim aleyhisselâma annesi Emîle veya Ûşâ hâmileyken, babası Târûh
vefât etti. Annesi,amcası olan Âzer ile evlendi.
Âzer üvey babası ve amcası olup putperestti. Geçimini put yapıp satarak
temin ederdi.
Tefsir
âlimleri,En'âm sûresinin Âzer'in ismi geçen 14.âyetini tefsir
ederken, Âzer'in hazret-i İbrâhim'in amcası ve üvey babası olduğunu
açıkça belirtmişlerdir. Zîrâ,Peygamberimizin baba ve dedeleri Âdem
aleyhisselâmdan beri hep mümindi. Kur'ân-ı kerîm'de meâlen;" Sen,yani
senin nûrun,hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır."
(Şu'arâ
sûresi:219) buyrulmaktadır. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerîmeyi
tefsir ederken, Peygamberimizin bütün ana ve babalarının, mümin
olduğunu
anlamışlardır. Abdullah ibni Abbâs'ın bildirdiği hadîs-i şerîfte de:
"Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ,beni temiz
babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimin iki oğlu olsaydı,ben
bunların en hayırlısında,en iyisinde bulunurdum."buyuruldu.
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve
binlerce İslâm
kitâbında yazıldığı üzere Peygamber efendimizin anaları ve babaları
arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve
memleketlerinin en asîl, en şerefli,en güzel ve en temiz
kimseleriydi. Hepsi de aziz ve muhteremdiler. İbrâhim aleyhisselâmın
babası Târûh da böylece mümin,yani inanmıştı. Kötü ahlâktan,âdî ve
çirkin sıfatlardan uzaktı.
Nûh aleyhisselâmdan çok sonra Bâbil'de hüküm süren, yıldızlara ve
putlara tapan Keldâni kavminin o devirdeki kralı olan Nemrûd, insanları
kendine ve putlara taptırıyordu. Bir gece gördüğü
rüyâyı, mineccimler;"Doğacak bir erkek çocuğun yeni bir din getireceği
ve onun saltanatını yıkacağı." şeklinde tâbir edince, Nemrûd yeni doğan
erkek çocukların öldürülmelerini ve hâmile kadınların hapsedilmelerini
emretti. O sırada hazret-i İbrâhim'e hâmile olan annesi, amcası Âzer'le
evliydi. Görünüşte hâmileliği belli olmadığı için fark
edemediler, kocasına da;
"Çocuk doğunca oğlan olursa, kendi elinle
Nemrûd'a teslim eder mükâfât alırsın" dedi.
Annesi zamanı gelince de
şehir dışında bir mağarada doğum yaptı ve Âzer'e çocuğun doğup öldüğünü
söyledi. Oğlunu mağarada gizledi ve orada büyüttü. Yanına gittiğinde
onu
parmağını emerken bulur ve doymuş görürdü. Parmaklarından süt ve bal
gelirdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı göndererek bu gıdâları
Cennet'ten parmaklarına akıtırdı.
İbrâhim aleyhisselâm büyüyüp, mağaradan çıkınca, güneşe, aya,
yıldızlara ve
kâinâta bakarak bunları yaratanın eşi ve benzeri olmayan bir
yaratıcının olduğunu anladı. Keldâni kavmine gelerek, taptıkları
putların
ve yıldızların ilâh olmadığını, anlayabilecekleri açık delillerle
anlattı. Bâbil halkı çocuk yaşta olan ve putlarına karşı çıkan hazret-i
İbrâhim'i üvey babası Âzer'e şikâyet ettiler. Âzer,İbrâhim
aleyhisselâmı
azarlayarak bu işten vazgeçmesini istediyse de İbrâhim aleyhisselâm
onun sözlerine hiç aldırmayıp;
"Benden delil
isteyin göstereyim.Bana
hidâyet veren,doğru yolu gösteren Allahü teâlâ beni sizden ayırdı.
Sizin
içinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı
sevmiyorum." dedi.
Putlara tapmanın
mânâsız olduğunu Âzer'e de
söyledi. Âzer hiddetlenip İbrâhim aleyhisselâmın yanından uzaklaşmasını
istedi.
Genç yaştayken Keldânî kavmine peygamber olarak gönderilen ve kendisine
on sayfa kitap verilen İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın
emriyle büyük-küçük herkesi Allahü teâlâya îmân etmeye
çağırdı. İnsanlara topluca ve açık bir tebliğde bulunmayı, putların
mânâsız ve âcizliğini, onlara tapmanın sapıklık olduğunu gâyet açık bir
şekilde göstermek istedi. O zaman Keldânî kavmi, bir gün bayram yapmak
üzere bir yere toplandı. Onlar gittiği zaman İbrâhim aleyhisselâmın
üvey
babası ve puthânenin bekçisi olan Âzer onu da bayram yerine gitmeye
zorladı. İbrâhim aleyhisselâm hasta olduğunu söyleyerek gitmedi.
İnsanlar
bayram yerinde toplandıkları zaman, yetmiş kadar putun bulunduğu
puthâneye girdi. Getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp parça
parça
etti. Sadece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak,oradan
uzaklaştı. Keldânî kavmi bayramdan dönünce, puthâneye girip, putların
kırılıp parça parça edildiğini görüp, şaşırdılar. Bunu kim yaptı,diye
bağırmaya başladılar. Bu işi, İbrâhim yapmıştır,diyerek onu yakalayıp
halkın önünde sorguladılar.
"Ey İbrâhim!
Putlarımızı sen mi
kırdın?" deyince,
İbrâhim
aleyhisselâm, bu işi olsa olsa;
"Ben
varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar!" diyen şu iri put
yapmıştır, demiştir. "Siz ona sorunuz." deyince,
putperestler;
"Putlar
konuşmaz ki,sen bize ona sor diyorsun!" dediler.
Bunun üzerine
İbrâhim
aleyhisselâm;
"O hâlde daha
kendilerini kırılmaktan kurtaramayan,size
hiçbir faydası olmayan bu putlara ilâh diyerek niçin tapıyorsunuz? Hâlâ
akıllanmayacak mısınız? Size ve bu taptığınız putlara yazıklar olsun!"
dedi.
Putlarını İbrâhim
aleyhisselâmın kırdığını anlayan Keldânî
kavmi,onu hapsettiler. Durumu da ılâhlık iddiâsında bulunan kralları
Nemrûd'a bildirdiler.
Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmı yanına getirmelerini emretti. İbrâhim
aleyhisselâm Nemrûd'u Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti.
Nemrûd,bunu
reddettiği gibi, İbrâhim aleyhisselâmın kendisine secde etmesini
istedi. Secde etmeyince,hapsettirdi ve ateşte yakılmasını
emretti. Günlerce yığılan odunlar ateşlendi. Şiddetinden yanına
yaklaşamadıkları ateşe hazret-i İbrâhim'i mancınıkla attılar. Ateşe
atılırken;"Hasbiyallah ve ni-mel vekil",yani
"Bana Allah'ım yetişir.O
ne iyi vekildir,yardımcıdır." dedi. Ateşe düşerken Cebrâil aleyhisselâm
gelip;
"Bir dileğin var
mı?diye sorunca;
"Var,fakat sana
değil, Rabbim
beni görüyor,biliyor." dedi.
Onun bu hâli
Kur'ân-ı kerîm'de övülüyor
ve;"Sözünün eri olan İbrâhim." buyruluyor.Allahü teâlâ,Kur'ân-ı
kerîm'de meâlen ateşe; "Ey ateş! İbrâhim'e karşı serin ve selâmette
ol!" (Enbiyâ sûresi:69) diye emretti. Ateşin içi yemyeşil bir
bahçe kesildi. Cebrâil aleyhisselâm da kendisine arkadaş
oldu.Cennet'ten gömlek ve yaygı getirdi ve onu Cennet nîmetleri ile
doyurdu.Ateşte yedi gün kaldığı rivâyet edilir. Ateş sönünce mûcizeyi
gözleriyle görenlerden kardeşi Haran, amcasının kızı ve sonra hanımı
olan hazret-i Sâre ve bâzı kimseler îmân ettiler. İbrâhim aleyhisselâm
ateşten kurtulduktan sonra Keldâni kavmini bir müddet daha îmâna dâvet
etti. Fakat zâlim Nemrûd ve putperest ahâli küfürlerinden
vazgeçmediler. Allahü teâlâ,Nemrûd ve kavmine sivrisinekleri musallat
etti. Sinekler onların kanlarını emdiler ve kuru kemik hâline
getirdiler. Sineklerden birisi de Nemrûd'un burnundan girip beynine
yerleşti. Uzun zaman azap ve ıztırap verdi. Hattâ başını tokmakla
döğdüre
döğdüre öldü. Allahü teâlâ, tanrılık
iddiâ eden Nemrûd'u en âciz mahlûklarından birisi olan sivrisinekle
cezalandırdı.
İbrâhim aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle
Bâbil'den Harrân'a
(Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta kardeşinin oğlu
Lût aleyhisselâm, hanımı Sâre Hâtun ve diğer inananlar da
bulundular. Harrân'da bir müddet kaldıktan sonra, Şam'a,oradan da
Mısır'a
gitmek üzere yola çıktı. Bu yolculuk esnâsında kardeşinin oğlu Lût
aleyhisselâmın Sedûm bölgesi ahâlisinde peygamber olarak
vazîfelendirildiği bildirildi. Lût aleyhisselâmın Sedûm'a hareketinden
sonra, Mısır'a giden İbrâhim aleyhisselâm rivâyete göre bu sırada
otuzsekiz yaşındaydı.
Mısır'a gittiği sırada Sinan bin Ulvan adlı zâlim bir Firavun
vardı. İbrâhim aleyhisselâm ve hanımı hazret-i Sâre'nin Mısır'a
geldiğini haber alan Firavun, zorbalık yaparak Sâre'yi almak istedi. Bu
zâlim hükümdâr hazret-i Sâre'yi sarayına çağırttı. Ona musallat olmak
isteyince nefesi kesilip elleri ve ayakları tutmaz hâle geldi. Bu
hâline
pişman olup,musallat olmaktan vaz geçti. Hazret-i Sâre'den, onun
düştüğü
fecî hâlden kurtulması için duâ etmesini istedi. Hazret-i
Sâre,hükümdârı
bu kadın öldürdü, diye suçlanmasından korktuğu için,duâ etti. Tekrar
eski
hâline dönen Firavun, Hacer adında bir câriyeyi hazret-i Sâre'ye hediye
etti. Bu hâdiseden sonra İbrâhim aleyhisselâm hanımı Sâre ve hediye
edilen Hacer Hâtunla birlikte Mısır'dan ayrılıp, Filistin'e
gitti. Filistin topraklarında ıssız ve kupkuru bir yer olan Sebû'ya
yerleşti. Bir müddet burada kaldı. Zamanla çok mala kavuştu. Yarım
milyonu
sığır olmak üzere,davarları vâdileri ve ovaları doldurdu. Çok zengin
oldu. Sebû denilen yere sonradan gelip yerleşen insanların İbrâhim
aleyhisselâmı incitmeleri üzerine oradan ayrılıp, Şam tarafında Kıst
adlı yere göçtü. Çok cömert olan İbrâhim aleyhisselâm insanlara
çok ikrâmlarda bulunurdu.
İbrâhim aleyhisselâm,çocuğu olmadığı için hanımı hazret-i Sâre'nin
isteği ve izniyle hazret-i Hacer'le evlendi. Bu evlilikten İsmâil
aleyhisselâm doğdu. Muhammed aleyhisselâmın nûru hazret-i Hacer
vâsıtasıyle İsmâil aleyhisselâma intikâl ettiği için, hazret-i Sâre'nin
kalbinde hazret-i Hacer'e karşı gayret hâsıl oldu. İbrâhim
aleyhisselâm,hazret-i Sâre'yi üzmemek için Allahü teâlânın emriyle
hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'i (aleyhisselâm) yanına alarak, o
zamanlar
ıssız ve susuz bir yer olan Mekke'ye götürdü. Onları oraya bırakıp, Şam
diyârına geri döndü. Hacer annemiz ve oğlu İsmâil aleyhisselâm
oradayken, mübârek Zemzem suyu yerden fışkırarak çıktı.
İbrâhim
aleyhisselâm, daha önce bir oğlum olursa,
Allah yoluna kurban
edeceğim, diye adakta bulunmuştu. İbrâhim aleyhisselâm, hazret-i
Hacer ve
oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret için Mekke'ye geldiği sırada, üç gün
üst üste gördüğü bir rüyâ üzerine İsmâil aleyhisselâmı kurban etmek
istedi. Tam kurban etmek üzereyken, Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma
rüyâsında sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç
ihsân etti. Böylece İsmâil aleyhisselâm, kurban edilmekten
kurtuldu. Allahü teâlâ, İbrâhim aleyhisselâma ihtiyar yaşında hazret-i
Sâre'den İshâk isimli oğlunu ihsân etti. İbrâhim aleyhisselâm bir kaç
defa hazret-i Hacer'i ve oğlu İsmâil aleyhisselâmı ziyâret etti.
Bir
defâsında oğlu İsmâil ile birlikte Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı) inşâ
etti. Cennet yâkutlarından Hacer-ül-Esved adlı siyah taşı Cebrâil
aleyhisselâmın bildirmesiyle alarak,Kâbe-i muazzamanın duvarına
yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken,şimdi Makâm-ı İbrâhim denilen taşın
üzerine bastı.Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın Cebrâil
aleyhisselâm aracılığıyla bildirdiği gibi, İsmâil aleyhisselâm ve
Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı.
İsmâil
aleyhisselâmla haccın rükünlerini yerine getirdikten
sonra,oğluna Kâbe'ye bakmasına ve onu koruması için tenbihte
bulundu. Şam'a gitmek istedi. Gitmeden önce Arafat'a çıkıp,İsmâil
aleyhisselâmın evlâdına duâ etti ve Şam'a döndü.Ertesi sene hac
mevsiminde hanımı hazret-i Sâre ve oğlu İshâk aleyhisselâmı da alarak
Mekke'ye geldi. Hac ibâdetini yaptıktan sonra,birlikte Şam'a döndüler.
İbrâhim aleyhisselâm,vefât etmeden önce oğlu hazret-i İsmâil'e şu
vasiyette bulundu: "Ey oğlum!Alnında parlayan bu nûr,son peygamber
Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bütün baba ve dedelerimizin vasiyeti,
bu
nûru iyi muhâfaza edip,ehline teslim etmektir. Bu mübârek nûru iyi
muhâfaza et.Nikâhlı, afîf ve temiz kadınlara teslim eyle.Evlâdına da
böyle vasiyette bulun."dedi.Yüz yetmiş beş yaşında hazret-i Hacer ve
hazret-i Sâre'den sonra Kudüs'te vefât etti. Kudüs civârında Habrun
kasabasında bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba, İbrâhim aleyhisselâmın
Halîl (Allahü teâlânın dostu) ismine izâfeten Halîlurrahmân ismiyle
meşhurdur. Hazret-i Lût,hazret-i İshâk ve hazret-i Yâkûb ile pekçok
peygamberin bu beldede bulunduğu rivâyet edilir.Müslüman hükümdârlar
oradaki mescitleri ve türbeleri kendi devirlerinde tâmir
ettirmişlerdir. Halîlurrahmân'daki mescit ve türbeleri ise son olarak
Osmanlı Sultânı İkinci Abdülhâmid Han tâmir ettirmiştir.
İbrâhim aleyhisselâm ülülazm peygamberlerin ikincisi
olup, Peygamber
efendimiz Muhammed aleyhisselâmdan sonra bütün peygamberlerden ve
resûllerden üstündür. İbrâhim aleyhisselâmdan sonra gelen bütün
peygamberler onun neslindendir.
Allahü teâlâ hazret-i İbrâhim'i ilâhî sırlara vâkıf kıldı ve onu,ateşe
atıldığında nefsiyle, oğlu hazret-i İsmâil'i Allah için kurban etmesini
bildirip evlâdı ile malı ile imtihân etti.Malı ile imtihân edilmesi
şöyle olmuştur: O kadar zengindi ki,sadece sığırları yarım milyon
olup, davarları,ovaları ve vâdileri dolduruyordu. Cebrâil aleyhisselâm
insan sûretinde gelip; "Ya İbrâhim,bu sürüler kimindir?"
deyince; "Allah'ındır fakat benim elimde emânettir. Allahü teâlâyı
tesbih
et,ismini an, onu zikret, bu sürülerin hepsi senin olsun." diyerek
bütün
malını bağışladı. Cebrâil aleyhisselâm kendini tanıtınca,hazret-i
İbrâhim; "Ben Allah için bağışladığımı geri alamam." diyerek bütün
malını satıp, Allah yolunda sarf etti.
Hazret-i İbrâhim kendisine nâzil olan (indirilen) emir ve yasakları
tamâmen halka bildirdi.Allah'tan başka şeylere tapmanın bâtıl
(geçersiz) olduğunu çok açık bir şekilde anlattı. Şirke (Allah'a ortak
koşma) yol açacak kapıların hepsini kapattı.
Çocukluğundan
ölümüne kadar hak din üzere olduğundan ve insanlara dîni
bildirdiğinden dolayı, onun milletine işâret için Kur'ân-ı kerîmde
"Hanîfen" (hak din üzere bulunanlar) diye zikredilmiştir. Hazret-i
İbrâhim'in husûsiyetleri Kur'ân-ı kerîmde Nahl sûresi 120,121,122.
âyetlerde bildirilmektedir. Misâfirperverliği ve cömertliği dillerde
dolaşırdı. Misâfir olmayınca yemek yemez, bir misâfir bulmak için
uzaklara giderdi. Bu vasfından dolayı ona Ebû'd-Düyûf (misâfirler
babası) adı verilmişti. Kıblesi Kâbe idi.Namaza durduğu zaman kalbinin
coşması,hışırtısı çok uzaklardan duyulurdu.
İbrâhim
Aleyhisselâmın
Mûcizeleri
İbrâhim
aleyhisselâmın mübârek vücûduna ateş tesir etmedi.Nemrûd
onu
ateşe attığında Allahü teâlâ; "Ey ateş! İbrâhim üzerine serin ve
selâmet
ol!" buyurunca ateş onu yakmadı.
Cansız olan, parça parça edilmiş ve parçaları ayrı ayrı yerlere
konmuş
olan kuşlar (dört kuş), İbrâhim aleyhisselâmın çağırması üzere yeniden
dirilmişlerdir.
İbrâhim aleyhisselâmın mûcizesi ile taşlar kömür gibi
yanmıştır. Rivâyete göre İbrâhim aleyhisselâm Şam tarafına hicret
ettiğinde çayırlık,çimenlik bir yerde konaklamıştı. Orada yakacak
hiçbir
şey bulamayan, buldukları az bir şeyle ihtiyaçlarını karşılayamayan
ahâli, durumlarını İbrâhim aleyhisselâma anlattı. İbrâhim
aleyhisselâm taşları toplattı ve kömür gibi yaktı. Bu mûcizeyi gören
pekçok kimse îmân etti.
Bâzan yırtıcı ve yabânî hayvanlar İbrâhim aleyhisselâmla
beraber giderler ve dile gelerek gâyet açık bir şekilde onunla
konuşurlardı. Bir defâsında,hanımı hazret-i Hacer ve oğlu İsmâil'le
görüşmek ve onları ziyâret etmek için Mekke'ye gitmişti.Şam'a geri
dönüşünde birçok yabânî hayvan, İbrâhim aleyhisselâm ile berâber
yürüyüp,onunla açıkça konuştular.
İbrâhim
aleyhisselâm duvarların ve dağların arkasını da görürdü.
Bu
mûcizesi Mısır'a gittiğinde zevcesi hazret-i Sâre'ye musallat olmak
isteyen zamânın kralı Firavun,hazret-i Sâre'yi sarayına alınca, İbrâhim
aleyhisselâm dışardan içeriyi seyretmiştir. Sarayın duvarları ona cam
gibi olmuş ve gözünden perde kaldırılmıştır. Böylece hazret-i Sâre'ye
el
uzatmaya kalkışan Firavun'un ellerinin kuruyup, ayaklarının tutmayarak
yere yıkıldığına şait olmuştur.
İbrâhim aleyhisselâmın bastığı taşın üzerinden ağaç
bitip
yeşermiştir.Bu istek dîne dâvet ettiği bir beldenin
ahâlisinden gelmiş, duâsı üzerine mûcizeyi göstermiştir.
İbrâhim aleyhisselâmın oturduğu yerden güzel kokular
yayılırdı.
Ayrılsa bile,senelerce güzel kokusu oradan çıkmazdı. Hazret-i İsmâil de
babasının evine gelip gittiğini,onun kokusundan anlamıştı.
İbrâhim
aleyhisselâmın dîni:
İbrâhim
aleyhisselâmın dîni,Hanîf
dînidir.Yanlış ve sapık olan şeye hiç dalmadan doğruya yönelen
mânâsınadır. İbrâhim aleyhisselâm,Kaldânî kavminin taptığı putlara aslâ
tapmayıp,onları aşağılayıp,Allahü teâlâya ibâdet ettiği için, Hanîf
denilmiştir Ayrıca,kendiside eğrilik bulunmayan dosdoğru olan din
mânâsında da Hanîf dîni denilmiştir. Peygamber efendimize peygamberlik
bildirilmeden önceki Arablardan birçok kimse Hanîf dînine mensuptu.
İbrâhim aleyhisselâma bildirilen Hanîf dîninin esaslarından bâzıları
şunlardır: Kimse kimsenin günâhını yüklenmez.Kimse başkasının
günâhından
sorumlu olmaz. İnsanlar âhirette ancak ihlâsla işlediği sâlih
amellerinin ve niyetlerinin faydasını görürler.Her insanın hayır
ve şerden ibâret olan ameli kıyâmet gününde mizânında
görülecektir.İnsana çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir.
|
İdris Aleyhisselam |
Kur'ân-ı
kerim'de ismi geçen peygamberlerden. Şit aleyhisselâmın
torunlarındandır. Asıl ismi Ahnûh veya Hanûh'tur. Kur'ân-ı kerim'de
İdris diye bidirildi. Kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık
verildiği için ''Müselles bin-Ni'me'' (kendisine üç nimet verilen) de
denilmiştir. Babasının adı Yerd, annesinin adı Berre veya Eşvet'tir.
Bâbil'de veya Mısır'da Münif denilen yerde doğduğu rivâyet edilmiştir.
Kendisine otuz suhuf (forma) kitap verildi. Diri olarak göğe
kaldırıldı. Âdem aleyhisselâmdan ve Şit aleyhisselâmdan sonra insanlar
madden ve mânen bozuldular. İdris aleyhisselâm, içinde yaşamış olduğu,
Kâbil'in evlâdından bir topluluğa peygamber olarak gönderildi. Her
türlü isyân, kötülük ve günâhın işlendiği bu topluluğa Allahü teâlânın
kulluk etmeleri gerektiğini sabırla anlattı. Allahü teâlâ ona otuz
sayfa (forma) kitap gönderdi. Cebrâil aleyhisselâm dört defâ gelerek
Allahü teâlânın emir ve yasaklarını tebliğ etti.İdris aleyhisselâm,
kavmine kendisinden sonra gelecek peygamberleri, Muhammed
aleyhisselâmın vasıflarını bildirdi. Kendisinden sonra gelecek olan Nûh
tûfânını ve Âhir zaman peygamberi muhammed aleyhisselâmı bütün
tafsilâtıyla anlattı. Peygamber olduğunu ispat eden birçok mûcizeler
gösterdi. Fakat kendisine kavminden pek az kimse itâat etti, pek çoğu
ise karşı geldi. Bunun üzerine İdris aleyhisselâm yaşamış olduğu Bâbil
diyârından Mısır'a hicret etti. Kendisine imân edenlerle birlikte
burada yerleşti. Allahü teâlâ ona yetmiş iki lisanla konuşmayı nasip
etti. Her kavmi kendi lisanıyla hak dine dâvet etti. Harp âletleri
yapıp, kâfirlerle cihâd etti. İnsanlara şehir kurmak sanatını ve
idârecilik ilmini öğretti. Yüz şehir kurdu. Bunların en küçüğü
Diyarbakır yakınında bulunan Rehâ şehridir. Her millet deöğrendikleri
bu kâidelere göre kendi bölgelerinde pekçok şehirler kurdu. İnsanlara
muhtelif ilimleri de öğretti. Pekçok kimseye hikmet ve riyâziye
(matematik) dersleri verdi. Fen ilimleri, tıp ve yıldızlarla alâkalı
ince ve derin meselelerden bahsetti. Allahü teâlâ ona göklerin
terkiplerini, neden meydana geldiklerini, yıldızlarla alâkalı derin
bilgileri, senelerin sayısını ve hesâp ilmini öğretti. İdris
aleyhisselâm kavmine kalem ile yazı yazmasını, iğne ile dikiş dikmesini
öğretti. Öğrettiği ilimler, Allahü teâlânın bildirmesi ile oldu. Yoksa
insanoğlunun aklı va zekâsı, sâdece araştırma yoluyla bu bilgilere
ulaşamazdı. Eski yunanlılar ve daha sonra gelen filozoflar, fizik,
kimyâ ve tıb bilgilerini İdris aleyhisselâmın kitâbından aldılar.
İdris
aleyhisselâm, uzun seneler insanları hak dine dâvet etti. Yeryüzünün
meskûn yerlerini dört bölgeye ayırıp herbirine bir vekil tâyin etti.
Bir müddet sonra Aşûre gününde göğe (semâya) kaldırıldı. Dünyâda
yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrâil aleyhisselâm, İdris
aleyhisselâmı ziyârete geldi. İdris aleyhisselâm, Azrâil'e: ''Bir anlık
benim rûhumu al.'' dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Azrâil
aleyhisselâma; ''Onun rûhunu al!'' diye vahyetti. Azrâil aleyhisselâm
rûhunu aldı. Allahü teâlâ, İdris aleyhisselâmın rûhunu tekrar iâde
etti. İdris aleyhisselâm, Azrâil aleyhisselâma; ''Beni semâlara götür.
Cennet'i ve Cehennem'i göreyim.'' dedi. Allahü teâlâ, Azrâil'e onu
semâya götürmesini vahyetti. İdris aleyhisselâma Cehennem gösterildi.
Cennet'e götürüldü. Cennet'e girince, çıkmak istemedi. Kendisine;
''Niçin çıkmıyorsun?'' diye sorulunca; ''Allahü teâlâ, ''Her nefis
ölümü tadacaktır'' buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allahü
teâlâ, ''Herkes Cehennem'e uğrayacaktır'' buyurdu. Ben oraya uğradım.
Allahü teâlâ, ''Onlar oradan (Cennet'ten) çıkmayacaklardır.'' buyurdu.
İşte ben bunun için Cennet'ten çıkmak istemem. dedi. Bunun üzerine
Allahü teâlâ, Azrâil'e vahyedip, İdris aleyhisselâmın Cennet'te
kalmasını bildirdi.İdris aleyhisselâm böylece Cennet'te kaldı. Bu husus
Kur'ân-ı kerim'de Meryem sûresi 57. âyet-i kerimesinde meâlen;
''Biz onu yüksek bir mekâna kaldırdık.'' buyrulmak suretiyle
bildirilmiştir. Tefsir âlimleri âyet-i kerimede bildirilen ''yüce
mekân'' dan murâdın, peygamberlik ve Allahü teâlâya yakınlık mertebesi
veya Cennet veya altıncı, yâhut dördüncü kat semâ olduğunu
bildirmişlerdir. Nitekim Buhâri ve Müslim'de bildirilen hadis-i
şerifte, peygamberimiz aleyhisselâm Mirâca çıktığı zaman, hazret-i
İdris'i dördüncü kat semâda gördüğünü bildirmiştir. İdris aleyhisselâm
diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına
dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu
resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece
putperestlik meydana çıktı. İdris aleyhisselâm, ağaçların yapraklarının
sayısını bilirdi. Duâ ederken (Bi adedil-evrâk) ''Ağaçların yaprakları
kadar'' diyerek tesbih okurdu. Yıldızlara âit ilmi bilirdi. Kavmini
imâna dâvet ettiği zaman, yıldızların heyeti, durumu ve diğer husûsi
hâllerini açıklamasını istediler. İdris aleyhisselâm bunu geniş olarak
haber verdi. Yıldızların durumunu anlattı. Bunun için ''nücûm ilmi''
hazret-i İdris'ten kalmıştır, dennir. Melekler grup grup onun
ziyâretine gelip görünürlerdi. Her birinin ismini, vazifesini,
tesbihibi bilirdi. Havada uçup giderlerken onları görürdü. Gökyüzündeki
bulutlara dağılmalarını emrettiği zaman dağılırlar ve dile gelip onunla
konuşurlardı. Bunlar Allah'ın İdris aleyhisselâma verdiği mûcizelerdir.
İdris
aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları şunlardır:
''Akıllı
kimsenin rütbesi yükseldikçe, tevâzûsu (alçak gönüllülüğü) artar.''
''Câhil,
mertebesi yüksek olsa da, basiret ehlini hakir ve aşağı görür.''
''Dostlar
arasındaki hakiki sevgi, içinde bir menfeat temin etme ve kendisinden
bir zararı def etme düşüncesi olmayan sevgidir.''
''İnsanda
bulunan en faziletli cevher, akıldır. Sâhibini pişman ettirmeyen en
kıymetli şey sâlih ameldir.''
''İyi
hasletlerin en üstünü, kızgınlık hâlinde doğruluk, sıkıntı hâlinde
cömertlik cezâ vermeye gücü yettiği hâlde affetmektir.''
Kur'ân-ı
kerim'in Meryem, Enbiyâ sûrelerinde İdris aleyhisselâmla ilgili
haberler verilmiştir.
|
İlyas
Aleyhisselam
|
Beni
İsrâil'e gönderilen peygamberlerden, Mûsâ aleyhisselâmın dinini
insanlara bildirmek için Allahü teâlâ tarafından vazifelendirildi.
Hazret-i Mûsâ'dan sonra Beni İsrâil kavmine gönderilen peygamberlerin
hepsi Tevrât'ın hükümlerini unutan, yerine getirmeyen insanlara bunları
bildirmek için gönderildi. Beni İsrâil, o zaman Şam ve civârındaki
dağınık küçük devletler hâlinde yaşıyordu. Çünkü Yûşâ bin Nûn, Şam
kıtasını fethedip, Beni İsrâil'e taksim etmişti. Bir kabiliye de
Baalbek ve etrâfını verdi. İlyâs aleyhisselâm Baalbek'in kabilesinde
bulunuyordu. Beni İsrâil zamanla yoldan çıkmış, aralarında fesat ve
karışıklık başlamıştı. Tevrât'taki Allahü teâlânın emirlerini
unutmuşlar, putlara tapmaya başlamışlardı. İlyâs aleyhisselâm peygamber
olarak gönderildiği zaman, Ba'l adında 8-10 metre büyüklüğünde bir puta
tapıyorlardı. Hazret-i İlyâs; ''Ba'l'den vazgeçiniz ve her şeyin
yaratıcısı olan Allah'a ibâdet ediniz.'' diye nasihat etti. Fakat
dinlemediler. Onları Allah'ın azâbı ile korkuttu ise de, beldelerinde
çıkarttılar. Allahü teâlâ da onlardan feyz ve bereketi kaldırdı.
Yağmurlar kesildi, kıtlık başladı. Hayvanlar susuzluktan öldü.
Başlarına çeşitli belâlar geldi.
İlyâs
aleyhisselâm bu kıtlık yıllarında imânı gizlice halka anlatıyordu.
Bütün evlerde kıtlık varken, inananların evlerine, İlyâs aleyhisselâmın
bir mûcizesi olarak, bolluk ve bereket gelmişti.Herkes kokmuş leş
yerken, bunların eviyiyecek doluydu. Baalbek hükümdârınınhazineleri
doluydu. Fakat satın alacak yiyecek bulamıyorlardı. Nihâyet hatâlarını
anladılar ve hazret-i İlyâs'ı bularak af dileyip imân ettiler. İlyâs
aleyhisselâma, sen bize duâ et, dediler. Her ne söylerse ona tâbi
olacaklarına söz verdiler. Hazret-i İlyâs, Allahü teâlâ ya duâ etti.
Belâ ve musibetin kalkmasını diledi. Allahü teâlâ hazret-i İlyâs'ın
duâsını kabul etti. O belde yeniden feyz ve berekete kavuştu. Bol bol
yağmur yağdı. Her taraf yeşerdi. Memlekette büyük bir ferahlık meydana
geldi. İsrâiloğulları sonra hazret-i İlyâs'a: ''Senin duân ile
kurtulduk. Ancak ekebileceğimiz tohum yok. Duâ et de tohum elde
edelim.'' dediler. Hazret-i İlyâs duâ etti. Allahü teâlâ tuz ekmelerini
bildirdi. Tarlalara tohum yerine buz ektiler. Mûcize olarak yerde nohut
yetişti. İsrâiloğulları bu hâl üzere bir müddet hazret-i İlyâs'a tâbi
oldular. Fakat hak yolda sebât etmeleri uzun sürmedi. Yine nankörlük
edip, doğru yoldan ayrıldılar. Bu durum üzerine hazret-i İlyâs, Allahü
teâlânın izni ile gitgide perişan oldular. Kur'ân-ı kerim'de Sâffât
sûresinde bunların isyânları sebebiyle Cehennem'e gidecekleri
bildirilmektedir.
Abdullah ibni Abbâs'tan rivâyet
edildiğine göre; hazret-i İlyâs Baalbek'ten çıkınca, ilâhi emirleri
bildirmek üzere dolaşırken yolu bir köye düştü. bu köydeki insanlara
nasihat etti. Onları imâna dâvet etti. Köylüler onu severek köylerinde
bir müddet kalmasını istediler. O da kabul etti ve İsrâiloğullarından
ihtiyâr bir kadının evinde misâfir oldu. Bu kadının hasta bir oğlu
vardı. Hastalığına bir türlü şifâ bulamamıştı. İhtiyâr kadın oğlunun
durumunu hazret-i İlyâs'a anlatarak çocuğunun şifâ bulup bu dertten
kurtulması için Allahü teâlâya duâ etmesini istedi. Hazret-i İlyâs,
üzülme şifâ Allahü teâlâdandır, dedi. Abdest alıp iki rekât namaz
kıldı. Hasta çocuğz şifâ vermesi için Allahü teâlâya yalvardı. Allahü
teâlâ duâsını kabul etti. Hasta çocuk iyileşti. Bu çocuğun adı Elyesa
idi. Şifâ bulduktan sonra hazret-i İlyâs'a imân etti. Yanından
ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. Hazret-i İlyâs'ın vefâtından sonra
da İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildi. Kur'ân-ı
kerim'in Sâffât ve En'âm sûrelerinde İlyâs aleyhisselâmla ilgili
haberler vardır
|
İsa Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen ve Kur'an-ı kerim'de ismi bildirilen
peygamberlerden.Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine
Ülülazm denilen altı peygamberin beşincisidir.Annesi hazret-i
Meryem'dir.Allahü teâlâ onu babasız yarattı.Kudüs'te doğdu.Otuz yaşında
peygamber oldu.Kendisine İncil adlı kitab gönderildi.Otuzüç
yaşında diri olarak göğe kaldırıldı.Kıyâmete yakın yeryüzüne tekrar
inecektir.
Îsâ aleyhisselâmın
annesi Meryem Hâtun,Süleyman aleyhisselâmın
neslinden sâlihâ ve temiz bir hanımdı.Hazret-i Meryem,onbeş yaşına
geldiği zaman,Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişanlanmıştı.Fakat onunla
evlenmeden Allahü teâlâ, hazret-i Meryem'e babazız olarak bir çocuk
vereceğini müjdeledi.Hazret-i Meryem,Allahü teâlânın emri ve kudretiyle
Îsâ aleyhisselâma hâmile oldu. Bundan bir müddet sonra,normal olarak
hâmilelik hâlleri görülmeye başlandı.Bu hâlleri gören
Îsrâiloğulları,dedikodu yapmaya başladılar.Çeşit çeşit iftirâda bulunup
akla gelmeyecek,ağıza alınmayacak şeyler söylediler.Bu dedikodulara
tahammül edemeyen hazret-i Meryem,Kudüs'ün 10km kadar güneyindeki sâkin
bir kasaba olan Beyt-i Lahm'e çekildi.Her şeyin Allahü teâlânın takdîri
ve dilemesiyle olduğunu düşünerek,insanların kendi hakkındaki sözlerine
sabretti.Îsâ aleyhisselâmın doğumu yaklaştığı sırada,bulunduğu yerin
bahçesinde yürürken kurumuş bir hurma ağacının altına geldi.Doğum
sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı.Yaslandığı kuru hurma
ağacı yeşillendi.Mevsim kış olduğu hâlde meyve verdi.Ayağının altında
küçük bir su kanalı akmaya başladı.Bu hâl,hazret-i Meryem'i tesellî
etti.Bu sırada hazret-i Îsâ dünyâya geldi.Îsâ aleyhisselâm doğduğu
zaman,doğudaki ve batıdaki bütün putlar yıkılıp,yere döküldü.Şeytanlar
bu duruma şaştılar.Nihâyet büyükleri olan İblîs,onlara Îsâ
aleyhisselâmın dünyaya geldiğini haber verdi.O doğunca gökte büyük bir
yıldız göründü.
Hazret-i Îsâ'nın
doğduğunu öğrenen İsrâiloğulları,Beyt-i Lahm 'e
geldiler. Hazret-i Meryem'in kucağında yeni doğmuş çocuğu görünce; "Ey
Meryem!Bu nedir? Gerçekten çok çirkin bir iş yapmış olarak geldin.Sen
pek genç,fakat kocası olmayan bir kız olduğun hâlde bu çocuğu nereden
aldın? Bu ne acâip ve ne şaşılacak bir hâldir?" dediler.Hezret-i
Meryem,bütün söylenilenleri sabırla dinledi.Hiç cevap vermedi.Ancak;
"İşin hakîkatini size o haber versin.Siz onunla konuşun.Ondan sorup
anlayın!" mânâsına kundakta bulunan hazret-i Îsâ'yı işâret etti. Onlar
kundakdaki çocuğun konuşamayacağını söyleyince,kundakta bulunan
hazret-i Îsâ elini kaldıraarak cevap verdi ve dedi ki: "Ey câhiller!
Benim yüksek şânıma taarruz etmeyiniz ve annemi ayıplamayınız.Muhakkak
ki ben,Allahü teâlânın kuluyum. O,bana kitap verip,beni peygamber
kılacaktır.Her nerede olsam beni mübârek kıldı ve hayatta olduğum
müddetçe namaz kılmamı ve zekât vermemi emretti.Beni anneme hürmetkâr
kıldı... Doğduğum günde,öleceğim günde ve diri olarak kabrimden
kaldırılacağım günde selâm benim üzerimedir." dedi.Hazret-i Îsâ'nın
kundakta konuşmasına hayret eden İsrâiloğulları,dillerini yutmuş gibi
oldular.Hiçbir şey söyleyemediler.Buna rağmen dedi-kodu yapmaktan,çeşit
çeşit iftirâlarda bulunmaktanda geri durmadılar.
Roma imparatorunun
Şam vâlisi,babazız doğduğu için ikisini öldürmek
istedi.Annesi onu alarak Mısır'a götürdü.Hazret-i Îsâ oniki yaşına
gelinceye kadar Mısır'da kaldılar.Sonra tekrar Kudüs'e gelerek Nâsıra
şehrine yerleştiler.Otuz yaşına girince,Hak teâlâ tarafından peygamber
olduğu bildirildi.Peygamberlik emri bildirilince,hemen tebliğe
başladı.İnsanların Allahü teâlâya inanmalarını ve O'nun emirlerini
yapıp yasaklarından sakınmalarını ve isyânda bulunmamalarını
istedi.İsrâiloğulları bu dâveti kabul etmediler.Îsâ aleyhisselâm
inanmayanlara mûcizeler gösterdi.Îsâ aleyhisselâm var gücüyle gayret
göstermesine rağmen,pek az kişi inandı.İsrâiloğulları ona îmân
etmedikleri gibi,dâvetine karşı çıktılar ve günden güne
hırçınlaştılar.Îsâ aleyhisselâmın yumuşaklığını görerek
inanmadılar.Hattâ daha da ileri giderek hazret-i Îsâ'yı öldürmeye
teşebbüs ettiler.Bunun üzerine hazret-i Îsâ, kendisine îmân edenler
arasından seçtiği havârî adı verilen oniki kişiden Allahü teâlâya îmân
ve ibâdet edeceklerine ve kendisine yardımcı olacaklarına dâir söz aldı.
Yahûdîlerden bir topluluk Îsâ aleyhisselâm ve annesi
hazret-i Meryem'e
dil uzattılar.Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca,onlar hakkında bedduâda
bulundu.Allahü teâlâ bu duâyı kabul edip,hazret-i Îsâ'ya ve annesine
dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören
Yahûdîler,hâdiseyi aralarında görüştüler.Hepsi hazret-i Îsâ'yı öldürmek
üzere anlaştılar.Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar.Roma İmparatoru'nun
Kudüs Vâlisi Jones Pilot'u kandırıp,Îsâ aleyhisselâmın Roma
İmparatorluğu aleyhinde bulunduğuna ve Filistin'de yeni bir hükümek
kurmaya çalıştığına inandırdılar.Hazret-i Îsâ,son defâ olarak
Havârileri ile bir gece gizlice sohbet etti ve onlara "Horoz ötmeden
(yani sabah olmadan) sizin biriniz beni inkâr edecek ve pek az paraya
satacaktır." dedi.Hakikâten Yahuda isimli Havârî,sabah olmadan
Yahûdîlerden bir miktar para alıp,hazret-i Îsâ'nın yerini haber verdi.
Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için Yahûdîlerle berâber
eve girince,Allahü
teâlâ Yehûdâ'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti.Yahûdîler de onu Îsâ
aleyhisselâm diye yakaladılar ve haça (çarmıha) gerip asarak
öldürdüler.Allahü teâlâ,Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdı.Îsâ
aleyhhisselâm bu sırada otuzüç yaşındaydı.Îsâ aleyhisselâm göğe
çıkarıldıktan kırk sene sonra,Romalılar Kudüs'e hücum etti.Yahûdîlerin
çoğunu öldürüp,bir kısmını esir ettiler.Şehri yağmaladılar.Kitaplarını
yaktılar.Îsâ aleyhisselâma yaptıklarının cezâsı olarak,hakîr ve zelîl
oldular.Hiristiyanlar,Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip orada
öldüğüne,fakat sonra dirilip göğe çıktığına inanırlar.Müslümanlar
ise,Îsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine doğrudan doğruya göğe
kaldırıldığına inanırlar.Bu husus Kur'ân-ı kerîm'de Nisâ sûresi
158. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: "Onu asmadılar,onu
öldürmediler. Bilakis Allahü teâlâ onu katına yükseltti..."
Ayrıca hadîs-i
şerîflerde buyruldu ki:"Îsâ (aleyhisselâm) ölmemiştir.O
kıyâmetten önce size dönecektir.", "Ben Meryem oğlu
Îsâ'nın (aleyhisselâm) dünya ve âhirette en yakınıyım.","Benimle
Îsâ (aleyhisselâm) arasında başka bir peygamber yoktur."
Allahü teâlâ,Îsâ aleyhisselâmı 33 yaşında
İdris aleyhisselâm gibi
göğe kaldırdı.İnsanları üç sene dîne dâvet etti.Vasiyeti üzerine
Havârileri etrafa dağıldılar.Îsevîliği insanlara anlatmaya
başladılar.Bu hak dînin yayılması 80 sene sürdü.Sonra Hıristiyanlar
sapıklığa düştüler.İncil'i değiştirdiler.Nasıl ki Yahûdîler
hazret-i Meryem ve hezret-i Îsâ'ya iftirâ ettilerse,Hıristiyanlar da
onun hakkında üç yanlış inanca saplandılar.
Bir kısmı,"Meryem oğlu Îsâ Allah'tır."
dedi.Bazıları,"Allahın oğludur."
dedi.Bir başka grup da;"Baba,oğul ve rûhül-kudüs'ten biridir" dedi.
Îsâ aleyhisselâm hiç evlenmemiş.Dünyâya kıymet
vermemiştir.Kıyâmete
takın Şam'da Ümeyye Câmiinin minâresine inecek,evlenecek,çocukları
olacaktır.Hazret-i Mehdî ile buluşacak,40 sene yaşayıp,Medîne'de vefât
edip,Peygamberimizin kebrinin bulunduğu hücre-i saâdete
defnedilecektir.İslâm dîninin hükümlerine tâbi olacak,ictihâd edecektir.
Avrupa kitaplarında Eflâtun'un mîlattan 347 sene
önce öldüğü
yazılıdır.Îsâaleyhisselâm gizli dünyâya gelip,dünyâda az kalıp göğe
çıkarıldığından ve kendisini ancak oniki havârî bilip,Îsevîler az ve
asırlarca gizli yaşadıklarından mîlât,yâni noel gecesi doğru
anlaşılmamıştır.Mîlâdın,birinci kânunun (Aralık) yirmi beşinde
veya ikinci kânunun (Ocak) altıncı veya başka gün olduğu sanıldığı
gibi,bugünki mîlâdisenenin beş sene az olduğu çeşitli dillerdeki
kitaplarda yazılıdır.O halde mîlâdi sene doğru ve kat'î olmayıp,günü de
senesi de şüpheli ve yanlıştır.İmâm-ı Rabbânî'nin (kuddise sirruh) ve Burhan-ı
Kâtı'nın bildirdiklerine göre,Yunan filozofu Eflatun (Platon) Îsâ
aleyhisselâm zamanında yaşamıştır.Buna göre mîlâdi takvim 300 seneden
fazla olarak noksandır ve Îsâ aleyhisselâm ile Muhammed aleyhisselâm
arasındaki zaman bin seneden az değildir.
Îsâ (aleyhisselâm) peygamberliği îcâbı
mûcızeler
gösterdi.
Mûcizeleri
1. Beşikteyken konuştu.
2.Ölüleri diriltirdi.Bilhassa dört ölüyü
dirilttiği meşhurdur.Bunlar
Sam bin Nûh,Şeddad bin Âd,Mâsân bin Mâlân ve Beni İsrail'den bir
çocuktur.
3.Anadan doğma kör olanları sağlamlar gibi
gödürür,bir cilt hastalığı
olan baras illetini iyi ederdi.Eliyle hastaya dokunguğunda iyi
olurdu.Eliyle mesh etmek sûretiyle hastaları tedâvi ettiği için
kendisine Îsâ-i Mesih dendi.(Mâide sûresi:110)
4.Âl-i İmrân sûresi 49. âyetinde bildirildiği
gibi kavminin yedikleri
veya yemek üzere sakladıkları şeyleri haber verdi.
5.Mâide sûresi 110. âyetinde bidirildiği gibi
çamurdan kuş yapıp
üzerine üfleyince,Allahü teâlânın izniyle canlanıp kuş olurdu.
6.Mâide sûresi 114. âyetinde bildirildiği üzere
Havârîler,içinde
yiyecek bulunan bir sofranın indirilmesini teklif ettiler.Hazret-i Îsâ
ellerini kaldırıp duâ edince,ekmeği ve eti bulunan bir sofra indi.
7.Îsâ aleyhisselâm uykudayken yanında her
konuşulanı ve yapılanı
bilirdi.
8.Ne zaman istese ellerini göğe kaldırıp duâ
edınce o anda yemek ve
meyveler önüne gelirdi.
9.Îsâ aleyhisselâm Yahûdîlerden (Benî İsrâil)
uzak olduğu hâlde
sözlerini ve gizli hallerini bilirdi.
Îsâ aleyhisselâmın dîni; Îsevîlik:
Mûsâ aleyhisselâmın dîni,Îsâ aleyhisselâmın zamânına
kadar devâm
etti.Fakat,Îsâ aleyhisselâm gelince,bunun dîni olan Îsevîlik Mûsâ
aleyhisselâmın dînini nesh etti,yâni Tevrat'ın hükmü
kalmadı.Bundan sonra,Mûsâ aleyhisselâmın dînine uymak câiz olmayıp,tâ
Muhammed aleyhisselâmın dîni gelinceye kadar,Îsâ aleyhisselâmın dînine
uymak lâzım oldu.Fakat,İsrâiloğullarının çoğu Îsâ aleyhisselâma îmân
etmeyip,Tevrat'a uymak için inâd etti.Yahûdîlik ile Îsevîlik
böylece ayrıldı.
Yahûdîlerin ileri gelenlerinden ve Îsevîlerin en büyük dğşmanlarından
olan Paul,Îsevîliği kabul ettiğini,Îsâ aleyhisselâmın kendisini,Yahûdî
olmayan milletleri Îsevîlere dâvet için şâkirt (talebe) tâyin ettiği
yalanını uydurdu.İsmini Pavlos (Bolüs) olarak değiştirdi.Çok iyi bir
Îsevî görünerek,Îsâ aleyhisselâmın dînini bozdu.Tevhidi (tek Allah
inancını),teslise (üç tanrı inancına= Baba-oğul-kutsal rûh);Îsevîliği
Hıristiyanlığa çevirdi.İncil'i değiştirdi.Îsâ Allah'ın
oğludur,dedi...
Îsâ aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları:
"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.Gözde
bakışı,kalpte
şehveti büyütür.(İnsanı açgözlü doymez eder.) Yemin edeim ki, şehvet
(nefsin isteklerine uymak),sâhibine uzun süren sıkıntı bırakır.Dünyâdan
geçmeye bakın.Tâmiri ile uğraşmayın."
"Dünyâyı isteyen deniz suyu içene benzer.Ne kadar içerse,harâreti o
kadar artar ve nihâyet ölür."
"Günâhlarını hatırladığı zaman ağlayana,dilini koruyana ve başını
sokacak kadar evi olana müjdeler olsun."
Allah katında en sevgili şey,sâlih kalplerdir.Allahü teâlâ onların
hürmetine dünyâyı yaşatır.Onlar bozulunca yeryüzünü harâb eder."
"Ağaçlar çoktur,ama hepsi meyve vermez.Meyveler çoktur ama,hepsi tatlı
değildir.İlimler çoktur ama hepsi faydalı olmaz."
"Sağırı,dilsizi tedâvi ettim,ölüyü dirilttim.Fakat celh-i mürekkebin
(câhilliği ilim ve olgunluk sanak) ilâcını bulamadım.(Çünkü böyle kimse
câhilliğini ilim ve kemâl sanmaktadır)
Kur'ân-ı kerîm'in Bakara,Âl-i
İmrân,Nisâ,Mâide,Tevbe,Meryem,Mü'münûn,.Zuhruf,Hadîd,Sâf sûrelerinde
Îsâ aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
|
İshak Aleyhisselam |
Şam
ve
Filistin ahâlisine gönderilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın
ikinci oğludur. Annesi hazret-i Sâre'dir. Büyük kardeşi İsmâil
aleyhisselâmdan kaç yaş küçük olduğu bilinmemektedir. İbrâhim
aleyhisselâm, Nemrûd'un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil'den Hicret
ederek, kendisine inananlar ve hanımı Sâre Hâtun'la birlikte Mısır'a
gitti. Oradan da Filistin ve Şam diyârına döndü. Sâre Hâtun'un
gençliğinde çocuğu olmamıştı. İbrâhim aleyhisselâm oğlu İsmâil
aleyhisselâmı ve annesi Hâcer Hâtun'u Mekke'ye bıraktıktan sonra, Şam
diyârına döndü. Allahü teâlâ yaşlıyken Sâre Hâtun'a bir oğul ihsân
edeceğini, Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla müjdeledi. Sâre Hâtun, bu
müjdeye sevindiği için oğluna İshâk ismi verildi. İshâk İbrânce
''güler'' mânâsına gelir.
Allahü
teâlânın Lût kavmini azgınlıkları sebebiyle helâk ettiği sene doğdu.
Şam diyârında büyüyünce, babası ve annesi ile Mekke'ye gitti.
Kâbe-i muazzamayı ziyâret edip, ağabeyi İsmâil aleyhisselâmla görüştü.
Üçü birlikte Filistin'e döndüler. Burada anne ve babasına hizmet etti.
Her sene hac zamânında Mekke'ye gitti. Bir rivâyette babasının
sağlığında, başka bir rivâyette ise vefâtından sonra Şam ve Filistin
ahâlisine peygamber olarak gönderildi. İbrâhim aleyhisselâmın dininin
hükümlerini yaymaya devâm etti. Kavmine nasihat edip, Allahü teâlânın
emir ve yasaklarını bildirdi. Altmış yaşındayken, İys ve Yâkûb adında
iki oğlu oldu. İys amcası İsmâil aleyhisselâmın kızıyla evlendi.
Babasının duâsı bereketiyle soyu bereketli olup, kısa zamanda çoğaldı.
İshâk aleyhisselâmın diğer oğlu Yâkûb aleyhisselâma da peygamberlik
verildi. Oğul ve torunlarından peygamberler geldi. Bir adı da İsrâil
olan Yâkûb aleyhisselâmın soyundan gelenlere sonradan
''İsrâiloğulları'' denildi.
Ömrünün
sonuna doğru gözlerinin görmesi zayıflayan İshâk aleyhisselâm, 120 sene
veya daha fazla yaşadıktan sonra, Filistin'de vefât etti. Filistin'de
Halilürrahmân denilen yerde baba ve annesinin de medfûn bulunduğu
mağaraya defnedildi. Yüz ve şekil itibârıyla, ahlâk ve yaşayışta babası
hazret-i İbrâhim'e çok benzeyen İshâk aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerim'de
ilim sâhibi olarak zikredildi.
Mûcizeleri:
1-
Hayvanlar açık bir lisanla peygamberliğine şehâdet ederlerdi.
2-
Duâ etmesi üzerine dağın harekete geçmesi: İshâk aleyhisselâm
Kudüs'te insanları Allahü teâlâya imâna dâvet edince, insanlar; ''Eğer
şu dağı harekete geçirirsen, imân ederiz.'' dediler. İshâk aleyhisselâm
duâ edince dağ sallanmaya başladı. Kudüs halkı hep birlikte imân
ettiler.
3-İshâk
aleyhisselâm merkebine binip bir dağa çıkmak isteyince merkebin
ön ayakları kısalır, arka ayakları uzardı. Dağdan aşağı inerken de
tersi olurdu.
4-
İshâk aleyhisselâmın duâsı bereketiyle Allahü teâlâ ölmüş hayvanları
diriltirdi.
5-Şam
ahâlisinin arzusu üzerine yaptığı duâ neticesinde, eline sırtına
koyduğu bir koyun, hemen kuzulamış daha sonra ard arda dokuz defâ
yavrulamıştır.
Kur'ân-ı
kerimin Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ ve İbrâhim sûrelerinde İshâk
aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
|
İsmail Aleyhisselam |
Arabistan'da
Cürhüm kabilesine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın büyük
oğlu ve peygamberimizin (s.a.v) dedelerinden. Annesinin adı Hacer'dir.
Hazret-i İbrâhim, Nemrut'un ateşinden kurtulduktan sonra,Bâbil'den
ayrılıp, Mısır'a gittiğinde hanımı Sâre'ye Firavun musallat olmuştu.
Fakat, Sâre'yi yaklaşmak istediğinde, ellerinin tutulup, nefesi
kesilerek sara hastalığına benzer bir hâle düştü. Bunu üzerine Firavun
korkarak İbrâhim aleyhisselâm ve sâre'yi bıraktı ve Hacer adlı bir
câriyeyide hediye etti. İbrâhim aleyhisselâm, Firavu^'un korkarak
câriye olarak verdiği Hacer'i de alarak, Filistin'e döndü. Oradan Şam
taraflarına gitti. Buradayken Sâre Hatunun isteği üzerine hazret-i
Hacer'le evlendi. Bu evlilikten hazret-i İsmâil doğdu. Allah'ın emri
ile Hacer'i, oğlu il2 birlikte Kudüs'ten Hicaz'a götürdü. ve bugünkü
Mekke şehrinin bulunduğu yere bırakıp geri döndü. Mekke'nin üst
tarafında bulunan Seniyye Mevkiine gelince, ellerini açarak onlar için
duâ ettiği İbrâhin sûresi 37 ve 38. âyetlerinde bildirilmektedir.Bu
ıssız ve çorak vâdide bir miktar hurma, bir dağarcık su ve oğlu iki
yaşındaki İsmâil ile yanlız kalan hazret-i Hacer, bu işin Allah'ın emri
ile olduğunu anlayıp tevekkülle sabretti; ''Allahü teâlâ bize kâfisir.
O bizi korur, himâye eder. Bizi başıboş bırakmaz'' dedi. Semre ağacının
dallarından yaptığı küçük barınakta kalıyorlardı. Yiyecekler ve suları
bitince hazret-i İsmâil susuzluktan ağlamaya başladı. Hazret-i Hacer su
bulmak ümidi ile Safâ Tepesine çıktı. Uçsuz bucaksız çölden ve ağaçsız
çıplak tepelerden başka bir şey göremedi. Safâ'dan inip koşarak Merve
Tepesine çıktı. Safâ ve Merve Tepeleri arasında su bulmak ümidi ile
yedi defâ koşarak gidip deldi. Bu sırada İsmâil'in (aleyhisselâm)
ayağını vurduğu veya Cebrâil aleyhisselâmın vurduğu yerden su fışkırıp
akmaya başladı. Hazret-i Hacer heyecanlandı ve akan su ziyan olmasın
diye ''Dur! Dur!'' mânâsına gelen ''Zem! Zem!'' diyerek suyun etrâfını
çevirdi. Sudan oğlu İsmâil'e (aleyhisselâm) içirdi ve kendisi de içti.
Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde ''Allah İsmâil'in annesi Hacer'e
rahmet etsin. O, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da avuçlamasaydı,
muhakkak zemzem akan bir ırmak olurdu.'' buyurmuştur.
Mekke'nin
yakınında konaklayan Cürhüm kabilesi zemzem suyunu görünce hazret-i
Hacer'den izin alarak oraya yerleştiler ve böylece Mekke şehri kuruldu.
Bir müddet sonra hazret-i İbrâhim hanımını ve oğlunu ziyârete
geldiğinde onları bolluk ve bereket içinde buldu. Hazret-i İsmâil
konuşmaya başlayınca hazret-i İbrâhim üç gün üst üste gördüğü rüyâ
üzerine onu kurbân etmeye karar verdi. Zilhicce ayının 9 ve 10. gügü de
aynı rüyâyı görünce sahih olduğunu anladı. Bir bahâneyle annesinden
izin alarak kurban etmek için götürdü. Şeytan, insan sûretinde annesi
Hâcer'e hazret-i İsmâil'e ve hazret-i İbrâhim'e göründü ve onlara
vesvese vermeye çalıştı ise de dinlemediler. Hazret-i İsmâil, şeytanın
arkasından yedi tâne taş attı. Hazret-i İbrâhim, bugün Minâ denilen
yere gelince, oğluna rüyâsını ve Allah'ın emrinin kendisini kurbân
etmek olduğunu açıkladı. Hazret-i İsmâil'i tevekkülle hazırladı. Yere
yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de bıçak, Allah'ın emri ile kesmedi.
Taşa vurdu, taşı kesti. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm Cennetten bir koç
getirdi. Cebrâil aleyhisselâm makâmından ''Allahü ekber, Allahü ekber''
diyerek geldi.Hazret-i İbrâhim bu tekbiri işitince; ''La ilâhe
illallahü vallahü ekber'' dedi. Hazret-i İsmâil de; ''Allahü ekber ve
lillâhil hamd.'' diyerek tekbiri tamamladı. Hazret-i İbrâhim koçu
kurban etti. Onların bu hâli Kur'ân-ı kerimde anlatılmakta ve meâlen;
''Muhakkak ki bu açık bir imtihandı.'' buyrulmaktadır. Hazret-i İbrâhim
kurban hâdisesinden sonra Sâre'nin yanına döndü. Hazret-i İsmâil
büyüyünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Annesi hazret-i Hâcer
de vefât etti ve Kâbe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazret-i İbrâhim
yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe'nin yapılmasını
emredince baba oğul Kâbe'nin eski temelini bulup yeniden inşâ ettiler
ve şöyle duâ ettiler: ''Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et.
Hakikaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.''
Hazret-i
İsmâil, babası hazret-i İbrâhim'in vefâtından sonra, Yemen'den gelip
Mekke'ye yerleşmiş olan Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi.
Kendisine başka kitap ve din verilmeyip, babası İbrâhim aleyhisselâmın
dinini insanlara tebliğ etti. İnsanları elli yıl imâna dâvet etti,
ancak pek az kimse imânla şereflendi. Filistin'e giderek hazret-i
İbrâhim'in kabrini ziyâret etti. Sonra Şam'a gidip kardeşi İshak
aleyhisselâm ile görüştü. Hazret-i İsmâil'in 12 oğlu ve pekçok torunu
oldu. Onun dini İslâmiyet gönderilinceye kadar doğru olarak devâm etti.
Muhammed aleyhisselâmın bütün dedeleri hazret-i İsmâil'in soyundan ve
onun dinindendi. Vefâtına yakın kardeşi İshâk'ı aleyhisselâm yanına
dâvet edip, kızını oğlu Iys'a nikâhladı ve bâzı vasiyetlerde bulundu.
Mekke'de 133 veya 137 yaşlarındayken vefât etti. Mescid'i Haramda
Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hâcer'in
kabrinin bulunduğu Hatim denilen yere defnedildi.
Mûcizeleri:
1-Dikenli
bir arâzide yaşayan müşriklerin teklifi üzerine duâ edip, dikenli
ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir.
2-
Cürhümileri imâna dâvet ettiği zaman, onlar kısır koyundan süt
çıkarmasını istediler. O da elini koyunun sırtına koyarak; ''Beni
peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın ismi ile...'' dediği anda
koyunun memelerinden süt akmaya başladı.
3-
İsmâil aleyhisselâmın duâsı bereketiyle koyunların yünleri ipek oldu
ve sayıları çoğaldı.
4-Kendisine
misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir şey
bulamayınca mahcub oldu. O anda duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu.
Bunu gören misâfirlerin hepsi imâna geldiler.
Kur'ân-ı
kerim'in, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En'âm, İbrâhim, Meryem, Enbiyâ ve
Sâd sûrelerinde İsmâil aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
|
İşmoil Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Hârûn aleyhisselâmın neslinden olup, Mûsâ
aleyhisselâmın dinini tebliğ etmiştir. İşmoil aleyhisselâm peygamber
olarak gönderilmeden önce, Mısır ve Kudüs arasındaki Bahri Rûm (Rum
denizi) sâhillerinde yaşayan Amâlikalılar, İsrâiloğullarına musallat
olmuşlardı. Amâlikalılar, İsrâiloğullarına saldırıp pekçok kimseyi
öldürdüler, on binlercesini de esir aldılar. Mûsâ aleyhisselâmdan beri
içerisinde Tevrât'ın bulunduğu ve İsrâiloğulları için birlik ve
berâberliğin sembolü olan Tâbût'u aldılar. Bilhassa Tâbût'un gitmesine
çok üzülen İsrâiloğulları dağılıp, perişan bir hâle düştüler.
Kendilerine bu durumdan kurtaracak bir peygamber göndermesi için duâ
ettiler. Allahü teâlâ İşmoil aleyhisselâmı peygamber gönderdi.
İsrâiloğullarına
Tevrât'ın emir ve yasaklarını tebliğ etti. İsrâiloğulları önce İşmoil
aleyhisselâmı yalanladılar. Sonra itâat ettiler. İşmoil aleyhisselâm,
İsrâiloğullarına Allahü teâlâ tarafından Tâlû'un hükümdar tâyin
edildiğini bildirdi. İsrâiloğulları Tâlût'un hükümdarlığını kabul
etmedi. Nihâyet çeşitli itirâzlardan sonra Tâlût'un hükümdarlığını
kabul ettiler. İçerisinde Tevrât'ın bulunduğu Tâbût'u Amâlikalılardan
alıp, İsrâiloğullarına getiren Tâlût, İsrâiloğullarından büyük bir ordu
kurdu. Amâlikalılara karşı harbe hazırladı. İşmoil aleyhisselâm
Amâlikalılara karşı harbe giderken bir nehirden su içip içmemekle
imtihân edileceklerini bildirdi. Bahsedilen nehre gelince, Tâlût'un
emrini dinlemeyip nehirden su içen İsrâiloğullarından bazıları imtihanı
kaybedip perişan ve sefil hâlde geri döndü. Aralarında Dâvûd adlı bir
gencin de bulunduğu Tâlût'a itâat eden az sayıda kimse nehri geçip
Amâlika kavmine gâlip geldi. Amâlika kavmi hükümdarı Câlût'u, Dâvûd
adlı genç öldürdü. Nihâyet İsrâiloğulları düşmanlarına gâlip gelip
kuvvetlendiler.
İşmoil
aleyhisselâm İsrâiloğullarına on bir sene peygamberlik yaptı.
Peygamberliğin 11. senesinden sonra Tâlût'u İsrâiloğullarına hükümdar
tâyin edip elli iki yaşında vefât etti.
|
Lokman Aleyhisselam |
Peygamber
veya veli. Dâvud aleyhisselâmın zamânında, Arabistan'ın Umman tarafında
yaşadı. Dâvud aleyhisselâmla görüşüp ondan ilim öğrendi. Dâvud
aleyhisselâma peygamberlik bildirilmeden önce, müfti olan Lokman Hakim,
Dâvud aleyhisselâma peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi
bıraktı. Dâvud aleyhisselâma ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi.
Eyyûb aleyhisselâmın teyzesinin oğlu oldu daa rivâyet edilmektedir.
Fransız bilginlerinin, Calinos'un (Galen'in) bir adı da Lokman Hakim
idi demeleri yanlıştır. Çünkü Lokman Hakim, Dâvud aleyhisselâm
zamânında; Calinos (Galen) ise, ondan bin yıl kadar sonra yaşamıştır.
Lokman ismi Kur'ân-ı kerim'de geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci
sûre) Lokman ismi verilmiştir.Bu sûrenin on ikinci âyetinde meâlen;
''Biz Lokman'a hikmet verdik.'' buyrulmaktadır. Buradaki hikmet
tâbirinin; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek
demek olduğu tefsir kitablarında yazılıdır. Lokman Hakim
tabiplerin piridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatler
meşhurdur. Kur'ân-ı kerim'de Lokman sûresi 3. âyet-i kerimede
meâlen; ''Bir vakit Lokman oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum!
Allah'a ortak koşma, çünkü şirk çok büyük zulümdür.'' buyrulmaktadır.
Lokman
Hakim'e sen bu hâle nasıl geldin dediklerinde; ''Doğru sözlü olmak,
emâneti yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle.'' cevâbını
verdi. İnsanlar ondan nasihat istediler, o da şöyle nasihat etti:
Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle ameledilebilmesi için sekiz
şeye dikkat etmek lazımdır. Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir;
Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin
evine girince de gözü korumaktır. İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman
çıkarmamalıdır. Bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür. İki şeyi
de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar da; bir kimseye yapılan iyilik
ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür.'' Lokman Hakim'in oğluna
nasihatlarının bir kısmı şöyledir:
''Ey
oğlum!
Dünyâ
derin deniz
gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Geminin takvâ, yükün imân,
hâlin tevekkül olsun, umulurki kurtulursun.''
''Ey
oğlum!
Âlimlere
karşı öğünmek, akılsızlarla inatlaşmak ve meclislerde,
toplantılarda gösteriş yapmak için ilim öğrenme! İhtiyâcım yok diyerek
de ilmi terk etme.''
''Ey
oğlum!
Allahü
teâlâyı anan (hâtırlayan)
insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını
görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ
onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allahü teâlâyı
ziktetmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.''
''Ey
oğlum!
Horoz
senden
daha akıllı olmasın! O, her sabah zikir ve tesbih ediyor, sen ise
uyuyorsun.''
''Ey
oğlum!
Seçilmiş
kullara teslim ol, kötülerle dost olma.''
''Ey
oğlum!
İnsanlara
iyilikleri emir ve nasihat edip kendini unutma! Yoksa mum
gibi olursun. Mum insanları aydınlatır, fakat kendini yakıp eritir.''
''Ey
oğlum!
Yalandan
çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında
mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını
kaybedersin.''
''Ey
oğlum!
Kötü
huydan, gönüldağınıklığından sakın. Sabırsız olma, yoksa
arkadaş bulamazsın.İşini severek yap, sıkıntılara katlan. Bütün
insanlara karşı iyi huylu ol.''
''Ey
oğlum!
Hep
üzüntülü olma,
kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamâ etmektensakın.
Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat
et.''
''Ey
oğlum!
Dünyâ
geçici ve kısadır. Senin dünyâ
hayâtın ise azın azıdır. Bunun da azının azı kalmış, çoğu geçmiştir.''
"Ey
oğlum!
Tövbeyi
yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip
yakalar.''
''Ey
oğlum!
Sükût
etmekle pişmân olmazsın.
Söz gümüş ise sükût altındır.''
''Ey
oğlum!
Helâl
lokma ye
ve işlerinde âlimlere danış, işlerini nasıl yapacağını onlara
sor.''
''Ey
oğlum!
Âlimler
meclisine devâm et. Bahar
yağmuru ile yeryüzünü yeşillendiren Allahü teâlâ, âlimlerin
meclisindeki hikmet nûru ile de müminlerin kalbini aydınlatır.''
''Ey
oğlum!
Amel
ancak yakın (Allahü teâlâya olan ilim ve mârifet) ile
yapılır. Herkes yakini nisbetinde amel eder. Amel noksanlığı, yakin
noksanlığından gelir.''
''Ey
oğlum!
Bir
hatâ işlediğinde hemen
tövbe et ve sadaka ver.''
''Ey
oğlum!
Ölümden
şüphe
ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi,
ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan
uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.''
''Ey
oğlum!
Helâl
kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç
musibetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin
kaybolması.''
''Ey
oğlum!
Merhamet
eden merhamet bulur.
Sükût eden selâmete erer, hayır söyleyen kâr eder, kötü konuşan
günâhkar olur, diline hâkim olmayan pişmân olur.''
''Ey
Oğlum!
Dünyâmalından
yetecek kadarını al, fazlasını âhiret için hayra
sarfet, Sıkıntıya düşecek ve başkasının sırtına yük olacak şekil de
tembellik etme.''
''Ey
oğlum!
Sakin kimseyi küçük görüp hakâret etme. Çünkü onun da senin de
rabbimiz birdir.''
Lokman
Hakim'in oğlu: ''Babacığım, insanda hangi haslet daha iyiydir?'' diye
sorunca; ''Temiz, hâlis din.'' buyurdu. Eğer iki haslet olursa? ''Din
ve mal'', üç haslet olursa? ''Din, mal ve hayâ.'' buyurdu. Dört haslet
olursa? dedi. ''Din, mal, hayâ ve güzel ahlâk.'' buyurdu. Beş haslet
saymak icâbederse diye sorunca; ''Din, mal, hayâ güzel huy ve
cömertlik.'' buyurdu. Altı haslet sayarsak deyince; ''Eu oğlum! Allahü
teâlâ her kime bu beş iyi hasleti verdiyse, o kimse mümin ve
müttekidir. Allahü teâlâ katında veli ve sevgilidir. Şeytanın şerrinden
uzaktır.'' buyurdu. Oğlu: ''Babacığım, insandan en kötü haslet
hangisidir?'' dedi. ''Allahü teâlâyı inkârdır'' buyurdu. İki olursa
dedi. ''İnkâr ve kibirdir.'' buyurdu. Üç olursa dedi. ''İnkâr, kibir ve
şükür azlığı.'' buyurdu. Dört olursa dedi. ''İnkâr, kibir, şükür azlığı
ve cimrilik.'' buyurdu. Beş olursa diye sorunca; ''İnkâr, kibir, şükür
azlığı, cimrilik ve kötü ahlâk.'' buyurdu. Altı olursa deyince; ''Ey
oğlum! Bu beş kötü hasletin bulunduğu kimse münâfıktır, şakidir ve
Allahü teâlâdan uzaktır.'' buyurdu.
Hafs
bin
Ömer'den rivâyet edildi ki: Lokman Hakim, yanına bir hardal torbası
koydu ve oğluna nasihat etmeye başladı. Her bir nasihatte bir hardal
tânesini çıkardı. Nihâyet hardalları tükendi. Sonra da; Ey oğlum! Sana
o kadar nasihat ettim ki, şâyet bu nasihatler bir dağa verilseydi, dağ
yarılır, parça parça olurdu'' buyurdu. Oğlu da bu nasihatleri tuttu.
|
Lut
Aleyhisselam |
Kur'ân-ı
kerim'de ismi bildirilen peygamberlerden. İbrâhim aleyhisselâmın
kardeşinin oğludur. İbrâhim aleyhisselâm ve ona inananlarla birlikte
Nemrûd'un memleketinden hicret edip Şam'a geldikten sonra, Lût gölü
yakınındaki Sedûm şehri halkına peygamber gönderildi. İnsanlara İbrâhim
aleyhisselâmın dinini tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmla
birlikte Bâbil'den hicret edip, Şam diyârına geldikleri zaman Cebrâil
aleyhisselâm gelerek Lût gölü civÂrındaki Sedûm bölgesi ahâlisine
peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. İbrâhim aleyhisselâmdab
ayrılarak Sedûm bölgesine gitti. Bu bölgede ahlâksız ve sapık bir
millet türemişti. Putlara tapıyorlar, soygun yapıyorlar, zayıfları
eziyorlardı. İğrenç olan livata (homoseksüellik; bugün tedâvisi mümkün
olmayan AIDS hastalığına sebep olan cinsi sapıklık) yapıyorlardı. Lût
aleyhisselâm onları çirkin işlerden menedip, doğru yola dâvet etti. Bu
husus Kur'ân-ı kerimde Şuarâ sûresi 161- 164. âyetlerde meâlen şöyle
bildirilmektedir.: ''Kardeşleri Lût onlara: Allah'a karşı gelmekten
sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş emin, güvenilir bir
peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itâat edin! Buna karşılık
sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbine âittir,
dedi.'' Sedum halkı hazret-i Lût'un dâvetine uymadılar. İsyân edenler
arasında kendi hanımı da vardı. O da kocası hazret-i Lût'a inanmamıştı.
Kâfirlerle bir olup, ona ihânet etmişti. Bu azgın ve cinsi sapıklıkla
uğraşan kavim, imân etmedikleri gibi hazret-i Lût'u ve ona inananları
memleketlerinde kovmaya kalkıştılar. Lût aleyhisselâm bu kavme nasihat
edip, doğru yola dönmezlerse Allahü teâlânın azâbına uğrayacaklarını
bildirdi. Buna rağmen isyândan ve fuhuştan vazgeçmediler. Hattâ
hazret-i Lût'a ''Doğru sözlü isen bahsettiğin azâbı getir de görelim''
dediler. Sapık kavmin isyânının gittikçe artması üzerine Allahü teâlâ
onları cezâlandırmak için melekler görevlendirdi. Bu melekler Cebrâil,
Mikâil, Azrâil aleyhisselâm bir rivâyete göre de Cebrâil aleyhisselâm
ile birlikte on iki melekti. Melekler önce İbrâhim aleyhisselâma
uğrayıp, kendisine bir oğlan evlâdı (hazret-i İshâk) verileceğini
müjdelediler ve azgın Sedum halkını helâk etmek üzere geldiklerini
söyleyip ayrıldılar. Öğle veya akşam vakti Sedum beldesine gidip
hazret-i Lût'u buldular. Melekler nûr yüzlü genç delikanlı
sûretinde hazret-i Lût'un evine gelince hazret-i Lût'un isyankâr
hanımı, durumu azgın Sedum halkına bildirdi. Azgın Sedum halkı hazret-i
Lût'un evinin etrâfını sarıp misâfirlerini bize teslim et diyerek
musallat olmaya kalkıştılar. Hazret-i Lût onlara nasihat ettiyse de
dinlemeyip kapıyı zorladılar. Bunun üzerine melekler: ''Ey Lût!
Gerçekten biz Rabbinin elçileriyiz. Kalbini onlardan gelecek bir korku
ve zarar ile meşgul etme. Onlar sana aslâ dokunamazlar. Cebrâil
aleyhisselâm dedi ki, hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık
git veiçimizden hiçbiri geri kalmasın, ancak hanımın hâriç, çünkü
kavmine isâbet edecek azâb ona da gelecektir. Onların helâk zamânı
sabah vaktidir.''
Azgın
kavim içeri girmek için kapıyı kırınca Cebrâil aleyhisselâm; ''Ey Lût
kapıyı aç ve geriye çekil gelsinler dedi. Lût aleyhisselâm kapıyı açıp
geri çekildi. Cebrâil aleyhisselâm kanadını önlerine gerdi ve içeriye
hücum eden azgınların gözleri âniden kör oldu, bunun üzerine şaşkın
şaşkın kaçışmaya başladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerim'de Kamer sûresi
44. âyette meâlen şöyle bildirilmektedir: ''Lût'tan kavmi, misâfir
melekleri istediler! Hemen biz onların gözlerini kör ettik. (Anadan
doğma gibi kör oldular) işte azâbımı ve tehditlerimin âkıbetini tadın
dedik.'' Lût aleyhisselâm kendine tâbi olanlarla geceleyin Sedum
beldesinden ayrılıp Sa'r şehrine gitti. Cebrâil aleyhisselâm Sedum
beldesini kanadıyla alt üst etti. Üzerlerine şiddetli taş yağmaya
başladı, nihâyet hepsi helâk olup gitti. Bu hususta Kur'ân-ı kerim'in
Kamer sûresi 38. âyet-i kerimesinde meâlen; ''Celâlim hakkı için, bir
sabah vakti devamlı bir azâb onları bastırıverdi.'' Ve Hicr sûresi 73-
74- 75. âyetlerde de; ''Nihâyet onları güneşin doğma vaktinde korkunç
gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin üstünü altına geçirdik ve
üzerlerine de çamurdan pişmiş taş yağdırdık. Elbette bunda keskin
anlayışlar için ibret alâmetleri var.'' buyrulmaktadır. Lût'un
aleyhisselâm kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar Kur'ân-ı
kerimde alt-üst olan memleket mânâsına gelen ''El-mü'tefikât'' şeklinde
zikredilmiştir. Sedum beldesi alt-üst olduktan sonra kaynarsular
fışkırıp göl hâline geldi. Bu gün bu bölge, Lût Gölü adıyla
anılmaktadır. Yahûdi kaynaklarında ise bu belde (sodom) ismiyle
geçmektedir. Lût aleyhisselâm, kavminin helâkınden sonra, Şam bölgesine
gidip, amcası İbrâhim'in (aleyhisselâm) yanında yedi sene kaldı. Sonra
Hicâz'a gidip, seksen yaşında iken orada vefât etti. Kabrinin, İbrâhim
aleyhisselâmın kabrinin de bulunduğu Filistin'deki Halilürrahmân'da
veya Mekke-i mükerremede Kâbe yanında Hatim denilen yerde olduğu
rivâyet edilir. Kur'ân-ı kerim'de yirmi yedi âyette Lût
aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
Mûcizeleri:
1-Bulutsuz
yağmur yağdırmıştır. Kavmini doğru yola dâvet ettiği vakit, mûcize
olarak bulutsuz yağmur yağdırmasını istediler. Duâsı kabul olunup,
elleriyle göğe işâret etmesi vahyedildi. Göğe işâret edince yağmur
yağmaya başladı.
2-Duâsı
bereketiyle otsuz bir dağda ot bitmiştir. Kavmi Lût
aleyhisselâmın koyunlarını otsuz bir dağa toplayıp başka yere
salmadılar. Hayvanlar açlıktan telef olmaya başlamıştı. Hazret-i Lût
kuruyan dağda ot bitmesi için duâ etti ve yemyeşil otlar bitti. Azgın
kavmin koyunları o dağdan otlasa hemen ölürdü. Bu mûcizesi ile kırk
kişi imân etmiştir.
3-
Taşlar, çakıllar ve kum tâneleri, Lût aleyhisselâm ile
konuşmuşlardır. Kavminin isyânı üzerine taş parçaları dile gelip,
''Kavminin imân etmiyeceği sizce muhakkak ise cenâb-ı Hakk'a duâ et,
onları yakmak için bizi ateş eylesin.'' dediler.
4-Kavmi,
ona eziyet vermek için üzerine ufak taşlar atardı. Allahü
teâlânın koruması ile hiçbiri ona dokunmazdı.
5-
Üzerine yattığı taşlar döşek gibi yumuşak olmuştur. Kavmi, kendisini
öldürmek için karar verince ilâhi emre uyarak onlardan uzaklaşıp bir
dağa gitti. Çok yorulduğundan bir yerde uyuyup kalmıştı. Peşinden gelen
yedi kişi, onu gördüklerinde sırt üstü yatmış, altında bulunan taşlar
döşek gibi yumuşayıp çukurlaşmıştı. Onu tâkip eden yedi kişi bu hâli
görünce imân etmiştir.
6-Lût
aleyhisselâm çok uzak yerlerde olan şeyleri görüp haber verirdi.
Çocuğu kaybolan biri gelip, nerede olduğunu sorunca duâ etti. Allahü
teâlâ da ona bildirdi. O da, çocuğun olduğu yeri söyledi.
Ahmed bin
Hanbel ve ibn-i Mâce'nin bildirdikleri hadis-ü şeriflerde, peygamber
efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Lût kavmi hakkında buyurdu ki:
On şey vardır ki Lût kavmi onları yapmış ve o yüzden helâk edilmiştir.
Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar. Bunlar; livâta (erkek erkeğe
münâsebet), fındık gibi taşları sapanla atmak, güvercinle (kumar)
oynamak, def çalmak, (kadınlar için düğünlerde ruhsat vardır) içki
içmek, (özürsüz) sakal kesmek, (emredilenden fazla) bıyık uzatmak,
ıslık çalmak, el çırpmak, (erkekler için) ipek gömlek giymek bir tâne
de ümmetim ilâve eder ki; o da kadın kadına münâsebette bulunmaktır. Lû
kavminin işini (livâta) yapan mel'undur. Benden sonra ümmetim hakkında
en korktuğum şey Lût kavminin yaptığını yapmalarıdır.
|
Musa Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve
kendilerine ''ulü'l-azm'' denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü
teâlâ ile konuştuğu için, ''Kelimullah'' denilmiştir. Beni İsrâil'e
gelmiştir. Yâkub aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın
kardeşidir. Babasının ismi İmrân'dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye
veya Yuhâbil'dir. Hazret-i Yûsuf'tan sonra, Mısır'da, İsrâiloğulları
iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf'un
bildirdikleri dine inanıyorlar ve emirleriniyerine getiriyorlardı.
Mısır'ın eski yerlisi Kıbti kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı
ve İsrâiloğullarına hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan
firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların
çoğalmasından endişe ederlerdi. Beni İsrâil, Kıbti kavminin kötü
muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş,
usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken,ân
diyârına gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır'dan
çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır'ın idâresini
elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak
dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce
insanı zorla çalıştırıyorlar. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık
dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek
hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar
türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece
rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır'ın yerli halkı
Kıbtileri yaktığını, İsrâiloğullarına ise hiç zarar vermediğini gördü.
Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk
dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın,
dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabile hâlinde olan ve her bir
kabilenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının
birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek
çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında
İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun'un emrine karşı
gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok
endişelenmişti. Kur'ân-ı kerim'de onun kalbine meâlen şöyle ilhâm
edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu
çocuğu (Mûsâ'yı) emzirİ sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya
(Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından
kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini
peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)
Mûsâ
aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı.
Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun'un sarayına doğru
sürükledi. Firavun'un hanımı Âsiye, sandığı görerek yakalayıp saraya
götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u
gönülden sevip;''Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar,
yâhut onu oğul ediniriz.'' dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar
getirtti.. Mûsâ aleyhisselâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi,
çocuğunun Firavun'un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını
öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i
Mûsâ'nın kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; ''Size bu çocoğu
emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?'' dedi.
Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın annesini getirttiler. Mûsâ
aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun'un hanımı
Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın
kendi oğlunu Firavun'un sarayında emzirip büyüttü. Mûsâ aleyhisselâm
Firavun'un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsının ve
büyük kardeşi Hârûn'un yanına gitti. Bir gün gördü ki;
İsrâiloğullarından biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ
aralarına girip ayırmak için Kıbtiyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbti
yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü.
Firavun'un şerrinden çekinip, Mısır'dan ayrılarak Medyen'e gitti. Orada
peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen'de kaldı ve
Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır'a gitmek üzere
Medyen'den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü
teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma
peygamberlik verildi. Elindeki asânın yılan olması mûcizesi ve eline
koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi.
Sonra da Kur'ân-ı kerim'de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir:
''Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir.
Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun'a git, doğrusu o
azmıştır.'' (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i
Mûsâ Mısır'a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu
anlattı. Firavun'a gidip onu dine dâvet ettiler. İsrâiloğullarını
serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâvâsında bulunarak
kabûl etmedi. Bunu üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere
bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini
koynuna sokup çıkardıi eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında
şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır
dediler. Hazret-i Mûsâ; ''Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu,
sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği
bir mûcisesidir.'' diyerek onları imana çağırdı. Firavun ve adamları
hazret-i Mûsâ'nın sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere
inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; ''Ey Mûsâ!
Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana
sihir göstereceğiz. Bir vakit veyer tâyin et.'' diyerek ülkesindeki
bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ
ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde
sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve
sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi
gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere
bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup,
sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu.
Bunu gören sihirbazlar; ''Bu mutlaka insan gücünün dışında bir
mûcizedir.'' dediler ve hazret-i Mûsâ'ya iman ettiler. Bu hadise
karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ
aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ'ya iman etmiş
olan kendi hanımı Âsiye'yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve
imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onları çeşitli belâlar verdi.
önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra
su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına
belâ geldikçe hazret-i Mûsâ'ya gidip belânın kaldırılmasını ve iman
edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm
ederek iman etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen iman
etmediler. Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur'ân-ı kerim'in
A'raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın
gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır'dan gitmelerine
izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti
bütün İsrâiloğullarını toplayıp Mısır'dan çıktı. Bunun üzerine Firavun
izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü
ve sabaha doğru onlara Kızıldeniz kenarında yetişti.Önlerinde denizi
arkalarında düşmanı gören İsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma meâlen: ''Asân ile denize vur.'' (Şuarâ
sûresi:63) diye vahyetti. hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize
vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi.
Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle
olan İsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun,
askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca,
açılan yol kapanıp sular kavuştu.Firavun askerleriyle birlikte boğuldu.
Firavun boğulmak üzere iken ''inandım'' demişse de onun ye'se kapılarak
söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta kur'ân-ı kerim'de meâlen
şöyle buyurulmaktadır: ''İsrâiloğullarını denizden geçirdik. Firavun ve
askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun
boğulacağı anda, ''İsrâiloğullarının iman ettiğinden (Allah'tan) başka
bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslümanlardanım.'' dedi.''
(Yûnus sûresi:90) Ancak Allahü teâlâ Riravun'un imanını kabul etmedi ve
ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: ''Şimdi mi
inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.'' (Yûnus
sûresi:91) ''Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir
yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olsun. Bununla berâber
doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici
mûcizelerimizden) gâfildirler.'' (Yûnus sûresi: 92) Tefsir âlimlerinden
Zemahşeri bu âyeti şöyle tefsir etmiştir. ''Seni deniz kenarında bir
köşeye atacağız. Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve
elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak
üzere koruyacağız.''
Firavun'un
cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârında
kumlar arasında bulunarak İngiltere'ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu
zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun'un
vücudu bozulmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra'daki meşhur
British Museum'da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm
Kızıldeniz'i geçtikten sonra, İsrâiloğullarını Ken'an diyârına doğru
götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz
sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören
İsrâiloğulları onlara meyl ettiler. Hazret-i Mûsâ'ya; ''Yâ Mûsâ!
onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.'' dediler. Hazret-i Mûsâ
onlara; ''Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nimet ve kurtuluş
verdi. Allahü teâlâya iman ediniz, şirkten ve putlardan kaçınız.'' diye
nasihat etti.Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma bir kitap indireceğini
vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi
Hârûn'u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti.
Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vâsıtasız olarak Allahü
teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ
aleyhisselâm Tûr'da iken, Sâmiri adında bir münâfık İsrâiloğullarının
ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte
sizin ilâhınız budur diyerek İsrâiloğullarını aldatınca, buzağıya
tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasihat ettiyse de
dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan
dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmiri'yi reddetti ve yaptığı buzağı
heykelini yakıp denize attı. Sâmiri de insanlardan ayrı ve uzak, vahşi
bir şekilde, başkalarını ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına
yaklaşamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmiri sahrâda perişan bir
hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; ''Nasihat
ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.'' dedi. Böylece
hazret-i Mûsâ'nın gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât'ın
indirildiğini bildirdi. İsrâiloğulları da Tevrât'ta bildirilen
hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan
vazgeçtiler.Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya imân ve şbâdet ettiler.
İsrâiloğulları Tih sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın
bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ
aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tih Sahrasında susuz kalan
İsrâiloğullarına su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ
aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp
İsrâiloğulları içtiler.
Allahü
teâlâ onlara''Selva'' denilen bıldırcın eti ve ''men'' denilen kudret
helvası ihsân etti. Nihâyet; ''Biz bunları yemekten usandık, bakla,
soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz'' dediler. Bu nimetlere karşı
nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın Ken'an diyârında
bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul
etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; ''Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip
savaş edin.'' dediler. Mûsâ aleyhisselâmın akrabâlarından olan Kârûn,
Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için malları ve servetiyle
yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri
için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tih Sahrâsında kalmakla
cazâlandırdı. Kırk sens müddetle Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan bir
hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet
aradan epey bir zaman geçip İsrâiloğullarının çocukları itâatkâr ve
savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât
etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarını alıp, Lût gölünün güney
tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir
kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin
doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar.
Buradan Ken'an diyârı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan
Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmın nerede vefât ettiği
ve kabrini nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs
civarında veya Nebû Dağında olduğu bu rivâyetlerdendir. Hazret-i
Mûsâ'nın şeriatı (bildirdiği dini) hazret-i İsâ'nın gönderilmesine
kadar devâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ
aleyhisselâmın şeriatı ile amel etmekle mükellef oldular.
İsrâiloğulları daha sonra Tevrât'ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp
yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdiler denilmiştir.
Mûsâ
aleyhisselâmın mûcizeleri:
1-Asâsının
ejderhâ (büyük yılan) olması.
2-Yed-i Beydâ: Sağ
elini koynuna sokup
çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.
3-Kavmiyle Kızıldeniz'in kenarına gelince
asâsını
vurup denizde yol
açması.
4-Tih sahrâsında kavminin susuz kalıp, su
istemeleri
üzerine
asâsını bir taşa vurup Beni İsrâil'in kabileleri adedince, on iki pınar
akıtması.
5-Firavun ve KIbti kavmi İsrâiloğullarına
zulüm
ettiği ve
Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i
Mûsâ'ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir
karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Ayın ve
güneşin ışığı görünmez oldu.. Kıbtilerin evlerini su bastı. Ayakta
durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğullarının
evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbti kavmi, bu belânın
kaldırılmasını ve iman edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine
imân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.
6-Kıbti kavminin
ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin
tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi.
Bu çekirgeler İstâiloğullarına hiç dokunmayıp, Firavun'un kavmi
Kıbtilere musallat olmuştur.
7-Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen
haşeratın Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi olarak kibtı kavmine musallat
olması.
8- Kurbağa mûcizesi, Kıbti kavmi her belâya
tutuldukça, belâ
kaldırıldığında iman edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden
vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların
istilâsına uğramaları da şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar,
yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler
ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine
girerdi. Geceleri üzerinde toplanan kurbağaların seslerinden
uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı takdirde, iman edeceğini
söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine iman etmedi.
9-Kan belâsı.
Mısır'da bulunan bütün sular, Kıbtilerin kaplarına doldurulurken kan
hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı.
İsrâiloğullarına ise böyle bir şey olmazdı.
10-İsrâiloğullarından biri
öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmın
duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.
11-Mûsâ
aleyhisselâm kavmiyle Tih çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği
kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa
dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ akeyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti.
Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler
önlerinde hazır olurdu.
12-Hazret-i Mûsâ'nın duâsı ile kuraklıktan
kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini
almıştır.
13- Hazret-i Mûsâ Tih sahrâsında bulunan
İsrâiloğullarının
durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir.
14-Hazret-i Mûsâ'nın duâsıyla sarı
dikenler altın
olmuştur. Malı ve
zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile
birlikte tere batırılan Kârun, bu mûcize karşısında âciz kalıp, hased
ederdi.
15-Yolculukta hazret-i Mûsâ'ya uzun
mesâfeler
kısalır, kısa
zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.
|
Nuh Aleyhisselam
|
İdris
aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah
korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen
mânâsına gelen ''Nuh'' denilmiştir.İdris aleyhisselâm insanlara
peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri
olarak göke kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru
yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar.
Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı
sandılar ve çeşitli heykeller yaputperestpıp, tapmaya başladılar.
Böylece insanlar arasında lik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya
başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne,
ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Hazret-i Nuh, böyle bir
cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya
ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan
yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan
ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu.
Elli yaşında iken, Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak
gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara peygamber olarak
gönderilen Nuh aleyhisselâm,ömrünü sonuna kadar insanları Allahü
teâlâya iman etmeye, o'nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz
(misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki
peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara
bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği
insanlar Kur'ân-ı kerimde; puta tapan, günahkar, kötü ve kalpleri
kararmış bir millet olarak vasfedilmektedir. Kur'ân-ı kerimde meâlen;
''Muhakkak ki biz, Nuh'u (aleyhisselâm) kavmine resûl olarak
gönderdik'' (A'râf sûresi:59) buyrulmaktadır.
Nuh
aleyhisselâm kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini,
putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya
iman edip, o'nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve
zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar
inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselâm onlara
nasihat ederek: ''Ben size doğru yolu göstermek,zulmü kaldırıp, adâleti
yaymak için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan
vazgeçip bir olan Allah'a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını
bildiriyordum'' dedi.Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine
uymamakla ve sapıklıklarıda ısrar ediyordu. Çok az kimse imân etmişti.
Fakat Nuh aleyhisselâm tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan,
yorulmadan devamlı sûrette Allah'a imân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan
ederlerse azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete
uymadıkları gibi, Nuh aleyhisselâmı kendilerine doğruyu, hakkı
anlatırken dinlememek için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir
tarafdan da ona inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı. Hazret-i
Nuh'un dâveti, günden güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan
bahsediliyordu. O'na imân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve
düşmanlıklarını safha safha artırıyorlardı. Nuh aleyhisselâm gittikçe
azan kavmine ''Ben size zor ve güç bir teklif yapmıyorum. Puta
tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu
başka bir gruptan korkuyor zulüm görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz.
Allah'tan korkunuz zulmedenlerden ve mazlumlardan olmayınız.'' diyordu.
Yılar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselâm ise tebliğ vazifesini devamlı
olarak yapıyordu. Çok az kimse imân etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi
zorbalar, kötü işlerle uğraşan kimseler veya düşkünlük içinde hayat
süren zelil, esir ve muhtaç kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan
bu insanlar, bir türlü fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı.
Nuh aleyhisselâm böylesine düşmüş olan insanlara acıyor, şefkat ve
sabırla onları kurtarmaya çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip
karşı çıkıyorlar, hazret-i Nuh'u taşa tutuyorlar, onu şehirden
kovuyorlar, evini harap ediyorlar, sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir
türlü kötülüklerini anlayıp, azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları
sebebiyle Allahü teâlâ onlara gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı.
Malları, hayvanları helak oldu. Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri
kayboldu, nesilleri kesildi. Son derece muhtaç ve fakir hâle düştüler.
Onların bu hâli karşısında Nuh aleyhisselâm; ''Ey kavmim başınıza gelen
bunca belâlar günahlarınız sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah'a ibâdet
etmekten kaçındığınız için Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple
yağmurlar kesildi. Büyük sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden
günahlarınızın bağışlanmasını isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet
yağmuru göndersin. Size mallar ve evlatlar ihsan ederek şmdat etsin.
Nihâyet bir gün ölüp kabre gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet
kabirde beklettikten sonra diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve
mükâfâtını verecek.'' diyerek daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara
ehemmiyetle nasihat etti. İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara
düşeceklerini bildirdi.
Nuh
aleyhisselâm ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakla israr eden
azgın millet; ''Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda da
çok ısrarla davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı olarak
azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir de
görelim. Artık ne olacaksa olsun.'' diyerek onun nasihatlarını ve
dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur'ân-ı kerim'de Hûd sûresinde
(ayet 32) bildirilmektedir. Nûh aleyhisselâm kavminin bu tutumu
karşısında aslâ yılmadan, tebliğ vazifesini devâm ettiği hâlde, onların
bir türlü imâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine
meâlen şöyle duâ ettiği Kur'ân-ı kerim'de bildirilmektedir: ''Nuh
(aleyhisselâm) dedi ki: ''Ey Rabbim! yeryüzünde, hareket eden hiçbir
kâfir bırakma! Eğer sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete,
sapıklığa sürüklerler. Hem bundan sonra onların çoluk çocuğu olmaz.
Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde pek ileri kimseler olurlar. Ey
Rabbim! beni, anamı, babamı, mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın
bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla, zâlimlerin (kâfirlerin) ise
ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.'' (Nuh sûresi:26-28) ve ''(Nuh
aleyhisselâm duâ edip) dedi ki: Yâ Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip
etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver.
Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.'' (Şuarâ sûresi:117-118) Nuh
aleyhisselâmın bu duâsı üzerine, Kur'ân-ı kerimde Allahü teâlânın ona
meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir: ''Nuh'a vahy olundu ki;
kavminden daha önce imân etmiş olanların dışında hiç kimse imân
etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana ezâ
verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam alma vakti
gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz, bildirdiğimiz şekilde
bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana duâ etme. Zirâ onlar
(suda) boğulacaklardır.'' (Hûd sûresi:36-37) Nuh aleyhisselâm kendisine
gönderilen vahiy üzer,ne hemen bir gemi yapmaya başladı. Geminin
yapılmasında Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri üzerine
yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh aleyhisselâm
ve imân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar. Geminin
inşâsını gören putperestler; ''Şimdi de marangozluğa mı başladın?''
diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; ''Benimle alay ediyorsunuz
ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli azâbın
ineceğini göreceksiniz.'' diyordu. Nuh aleyhisselâm, yüzyılar boyu
insanları Allahü teâlâya imân etmeye çağırdığı hâlde insanların imân
etmemeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada son olarak
şöyle dedi. ''Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah
tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim.
Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana,
inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve
küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik
etmeyiniz Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi
istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allah'ın azâbı en kısa zamanda büyük
bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk
olacaktır. Şu yaptığım gemi, imân edenlerin binip kurtuluşa ereceği
gemidir. Allah'a imân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı
isteyen imân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması
gereken son sözümdür.''
Nuh
aleyhisselâmın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar;
''Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir
çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. bizi tufanla korkutuyorsun biz
sana da söylediklerine de inanmıyoruz.'' dediler. Nihâyet bir müddet
sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh'un yaptığı ve üç katlı
olduğı rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı kaynayıp hareket
ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur'ân-ı kerim'de açıkça
bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40 âyet-i kerimesinde meâlen buyruldu ki:
''Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği, tennûrun
(fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz
Nuh'a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydanılan hayvanların her
cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine
boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkında bir de imân edenleri
gemiye yükle. zâten Nuh'a imân edenler pek az idi.'' Gemiye binecekler
hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye
binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde
Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur'ân-ı kerim'de meâlen
buyruldu ki: ''Nuh (aleyhisselâm) gemiye bineceklere; ''Allahü teâlânın
ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın
irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mâğfiret edici ve merhametiyle
tufân belâsından kurtaracıdır.'' dedi.'' (Hûd sûresi:41) Yine Kur'ân-ı
kerim'de meâlen buyruldu ki: ''Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye
yerleşince; ''Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah'a hamd olsun.
Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en
hayırlısısın.'' de.'' (Mü'minin sûresi28-29) Nuh aleyhisselâm her
hayvandan birer çift alıp, imân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten
sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular
fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi,
dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselâm inanmayan
putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur'ân-ı
kerim'de kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir. Tûfan
başladığı sırada Nuh aleyhisselâm imân etmeyen oğlu Yâm'a (Kenan), imân
edip gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; ''Dağa çıkar sudan
kurtulurum.'' deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu.
Boğulanlar arasında hazret-i Nuhûn hanımı da vardı. O da imân
etmemişti. Tûfan altı ay devam etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın
meâlen; Ey arz! Suyunu yut ve ey gök suyunu tut.'' (Hûd sûresi 44)
emriyle yağmur kesilip sular çekildi. Nuh aleyhisselâmın gemisi
Muharrem ayının onunda aşure günü Irak'ta Cûdi Dağı üzerine oturdu.
Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselâmın üç oğlundan türedi. Bu
bakımdan Nuh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Nuh aleyhisselâm bin
yaşında vefât etti. Nuh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlundan Arap, Fars ve
Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş ve Afrika halkı,
diğer oğlu Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi. Nihâyet
insanlar zamanla çoğalıp, Asya'ya, Avrupa'ya, Okyanusya'ya ve Berring
(Behreng) Boğazından Amerika'ya geçerek bütün yeryüzüne yayıldılar. Nuh
aleyhisselâm Kur'ân-ı kerim'de şekür (çok şükreden kul) sıfatıyla
anılmış olup, birçok âyet-i kerimede ondan bahsedilmektedir. Ayrıca
Kur'ân-ı kerim'deki sûrelerden biri de Nuh sûresi olup, bu sûrede Nuh
aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. Ülü'lazm peygamberler arasında
Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak teveccühte ve
münâcaatta bulunup, ilâhi feyzleri alan) denilen Nuh aleyhisselâm
hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki: ''Melek-ül
mevt (Azrail aleyhisselâm) Nuh'a (aleyhisselâm) geldiğinde dedi ki:
''Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı), ey uzun ömürlü ve ey
duâsı kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?'' Nuh (aleyhisselâm) dedi ki:
''Şüyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı olan bir ev yapılmış da
birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.''
Mûcizeleri:
1-Nuh
aleyhisselâmın kavminden bir fırka
gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını
istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâmı gönderip, ''Resûlüme
söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.'' buyurdu. Nuh aleyhisselâm da
buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün
taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi imân etti.
2-Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek
şeyleri görüp haber verirdi.
3-Susuz yerlerden su çıkarırdı.
4- İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.
5- Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.
6- Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.
7- Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla yiyecek maddeleri hâline
gelirdi. Gemisi Cûdi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan
kurtulmak için yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum
yitecek hâline geldi ve bunu yediler.
8-İmân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına
rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.
9-Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve
verdi.
|
Salih Aleyhisselam
|
Semûd
kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu batından
torunudur. Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi,
isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. İmân
ettikleri için bu azabtan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni
yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan
insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi,
Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeble
''Eshâb-ül-Hicr'' de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü.
Dokuz kabileden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler
yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere
saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice
ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd
aleyhisselâm tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya
başladılar. Kabile reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları
üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan
putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek,
tevhid esâsından, Allahü teâlâya imân etmekten tamâmen uzaklaştılar.
Câhil ve azgın bir kavim oldular. Sâlih aleyhisselâm, bu kavim arasında
herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün
ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü
teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak
gönderdi. Sâlih aleyhisselâm kavmini imâna dâvet edip, putlara
tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını
ısrarla söyledi. Kavmine; ''Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir
peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin.'' diyerek
dâvetini açıkladı.Sâlih aleyhisselâmın bu dâveti karşısında pek az
kimse imân etti. Kavmin çoğunluğu imân etmemekte direndi. Servetlerine
güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran
inkârcılar, Sâlih aleyhisselâma; ''Sen de bizim gibi bir insandan başka
bir şey değilsin!'' diyorlar, onu, ''büyülenmiş, yalancı''
sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselâm ise kavmini imâna davet etmeye devam
ediyor ve şöyle diyordu:
Ey
Semûd
kavmi! Sizin içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerde, bu
yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan
sularla berâber ebdi olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu
evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu
bağların ve bahçelerin ilk sâhibleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor?
Belki onlar da sizin kendilerini burada ebedi kalacak zannediyorlardı.
Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz.
Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba
çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin
ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhi azâbtan
kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin
gibi âciz insanlardır.'' Allahü teâlâ, Semûd kavmine isyân ve
taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar
kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları
kurudu. Sâlih aleyhisselâma kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: ''Ey
Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize
zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.'' dediler. Sâlih
aleyhisselâm bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir
müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları imâna dâvet etti. Semûd kavmi,
Sâlih aleyhisselâmdan mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri
gördükleri hâlde yine imân etmediler. Yine bir gün Sâlih aleyhisselâma
gelip: ''Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü
ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana imân
ederiz.'' dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk
verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapmamasını ve mahcup
olmasını düşündüler. Sâlih aleyhisselâm; ''Allahü teâlâ her şeye
kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir
gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?'' dedi. Semûd kavmi
böyle bir şey olamayacağını düşünerek: ''Bu şartı da kabul ediyoruz.''
dediler.
Sâlih
aleyhisselâmın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması
ve zagın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere
yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.
Sâlih aleyhisselâm onlara; ''Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet
deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde
durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.'' dedi. Semûd kavmi; ''Sen deveyi
çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da
kabul ediyoruz.'' dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın
kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar. Sâlih aleyhisselâm
böyle bir mûcize vermesi için Allahü teâlâya duâ etti ve duâsı kabul
oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve,
iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından
salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi
görenlerden bir kısmı imân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve
zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü imân etmediler.
Sâlih aleyhisselâm onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır
bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler.
Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler
aramaya başladılar. Mûcize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla
birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun
başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup
tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su
çıkan yerde oturuyordu. İmân edenler, ondan bir kabiliye yetecek kadar
bol süt sağıyorlar, sütten içeyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece
inananların imânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize
karşısında âciz kalan Semûd kavmi deveyi öldürmeyi plânlıyordu.
Nitekim, Sâlih aleyhisselâmın nasihat edip, imân etmeye çağırdığı bir
sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; ''Güyâ şu deveyi
öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!'' dediler.
Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih
aleyhisselâma; ''İşte deveyi öldürdük. Eğer sözledişin gibi bir
peygambersen sözlediğin azâbı getir.'' dediler. Sâlih aleyhisselâm bu
azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasihat edip; ''Ey kavmim! Nedir bu
yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesilesi olan deveyi de öldürdünüz.
İnkârda ve günâhkarlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı
açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!'' dedi. Bu
son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı,
âilesini ve imân edenleride öldürmeyi plânlamaya başladılar.
Sâlih
aleyhisselâm bu azgın kavme şöyle dedi: ''Yurdunuzda üç gün daha kalın,
birinci gün yüzünüz sararacak, ikici gün kızaracak, üçüncü gün
siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk
edecektir!'' Sâlih aleyhisselâmın söylediği bu günler gelip
çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâmı ve inananları öldürme
teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselâm
gelip, durumu Sâlih aleyhisselâma bildirdi. Sâlih aleyhisselâm da imân
edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti. Birinci günde bâzı hâller
zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerde kanfışkırdığı, ağaçların
yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların
yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü.İkinci gün de Semûdluların yüzleri
kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular
azâbın geleceğini kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin
siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih
aleyhisselâmın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece
yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan
fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın
(sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup
gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan
yaşamamış bir yer hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih
aleyhisselâm, imân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre
ibretle bakarak; ''Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi
sâdece Allahü teâlâ imân etmeye dâvet ettim ve bunu size nice
nasihatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!''
dedi.Sâlih aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra kendisine imân
edenlerle birlikte Mekke'ye veya Şam taraflarına gitti. Remle
kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de
vardır. Kur'ân-ı kerimin değişik âyet-i kerimelerinde Sâlih
aleyhisselâmdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk
edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir. Semûd kavmine gelince: Biz
onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı)
hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları
(işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi.
İmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi:
17- 18)
Mucizeleri
1- Kayadan
deve çıkartması.
2- Sâlih
aleyhisselâmın kavminin bulundukları yerde hamt denilen
meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. ''Hak peygambersen, bu ağaçlar
meyve versin!'' diye kendisine mûcize teklifinde bulundular. Sâlih
aleyhisselâm duâ edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.
3- Sâlih aleyhisselâmın duâsı bereketiyle
büyük
taştan su çıkmıştır.
4- Sâlih aleyhisselâmın çadırına ateş
tesir
etmemiştir. Şöyle ki, kavmi
koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak
geçirirlerdi. İmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselâmın
çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden
kâfir olanlar; ''Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!'' diye
alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi
için duâ edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına
geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül
oldu.
|
Süleyman Aleyhisselam
|
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Dâvûd aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb
aleyhisselâmın neslindendir. Kudüs yakınlarındaki Gazze şehrinde doğdu.
Hem peygamber hem sultandı. Çocokluğundan beri bilgili, iyilik ve
adâleti seven biri olarak tanınmıştı. On iki yaşındayken babasının
yerine geçip, sultan oldu. Daha sonra kendisine Allahü teâlâ tarafından
peygamberlik verildi. Dünyâda hâkim olan dört kişiden biridir. Ona
peygamberlik verildiği Kur'ân-ı kerimde En'âm sûresi 84. âyette
bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm; ''Yâ Rab! bana hiçbir kimsede
bulunmayan bir kudret ve devlet ihsân eyle.'' diye duâ etti. Duâsı
kabul edilip, cinlerin, rüzgârın ve hayvanların da insanlar gibi
Sülaymân aleyhisselâma itâat etmeleri emredildi. Kendisine ism-i âzam
duâsı, bütün mahlûkâtın dili ve ililerin sırları öğretildi.
Peygamberlikle birlikte ihsân edilen ilim, hikmet ve sultanlık
kudretini, insanları doğru yola kavuşturmakla ve daha iyi bir hayat
yaşamaları için kullandı. Şehirlerin kurulması, yeryüzünün imârı,
yeşillendirilmesi, fen ve sanatta ilerlemesi için emrindekilerin
herbirine iş taksimi yaptı. Yolların yapılması, taşların yontulup
kazılması, demircilik ve derin sulara dalgıçlık gibi zor işleri cinlere
verdi. Çiftçilik, çobanlık, ticâret, sanat gibi işleri de insanlara
verdi. Hayvanları da nöbet tutma, yük taşıyıp çekme gibi işlerle
görevlendirdi. İnsanlardan, cinlerden ve hayvanlardan büyük bir ordu
kurdu. Hepsi ona tâbi olup, emrine itaat etti. Süleymân aleyhisselâma
verilen bu nimetler Kur'ân-ı kerimde bildirilmektedir. Peygamberimiz
sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şerifte, onun duâsı hakkında şöyle
buyurdu: ''Süleymân aleyhisselâm, Beyt-i Makdis'in binâsını bitirdikten
sonra, Allahü teâlâdan üç dilekte bulunmuştur: Kendisinden sonra
kimseye nasip olmayan ir mülk ve saltanat, ilâhi hükme uygun hüküm
verme kudretinin bahsedilmesi. Yanlız namaz kılmak için Mescid-i
Aksâ'yı kastedip gelenlerin analarından doğdukları gibi günahsız hâle
gelmeleri. Allahü teâlâ bunlardan ilk ikisini Süleymân aleyhisselâma
vermiştir. Üçüncü dileğinin dekabul edilmiş olmasını umarım.''
Babasının temelini attığı, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'yı yapmaya devâm
etti. Yedi senede pek sanatkârâne bir şekilde tamamladı. Daha sonra,
Kudüs'te büyük bir saray inşâ etmeye başlayıp, on üç senede tamamladı.
Bu binâların yapımı sırasında insanlardan ve cinlerden pekçoğu Süleymân
aleyhisselâmın emrinde çalışmışlardı. Süleymân aleyhisselâmın
zamânında barış, imâr, sanat ve ilim iyice ilerlemişti. Mescid-i Aksâ
inşâedilip, çeşmeler, su kanalları yapıldı. Köprüler, barajlar ve evler
inşâ edildi. Hükmetinin ve büyüklüğünün şöhreti bütün dünyâya yayıldı.
Zamânındaki bütün pâdişâhları ve ileri gelenleri doğru yola sevk etti.
Onun zamânında muhteşem bir saltanata sâhip olan Yemen'de, Sebe
şehrinde hüküm süren Belkıs'a mektup yazıp, Filistin'e çağırdı. O da
gelip, Süleymân aleyhisselâmla görüşerek imân etti. Belkıs'ın Süleymân
aleyhisselâmla mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerimde Neml
sûresinde uzun beyân olunmaktadır.
Süleymân
aleyhisselâm, Akabe Körfezinden Fırat kenarına kadar, kırk sene
adâletle hüküm sürdü.Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını
bildirdiler. Ticâret gemileri yapıp, Kızıldeniz ve Umman Denizinde
ticâret yaptırdı. Rüzgâr onun emrine verilmişti. Rüzgâra bibip dilediği
yere tahtıyla birlikte kısa zamanda giderdi. Makâmına oturduğunda ve
meclis kurduğunda kuşlar üzerine gelip, kanatlarını yanyana gererek bir
bulut gibi gölge yaparlar, güneş ve yağmurdan korurlardı. Süleymân
aleyhisselâm, beyaz tenli, güzel, nûr yüzlü, saçı sakalı gür olup,
beyaz elbise giyerdi. Çok edebli, hep Allah'tan korkar, alçak gönüllü,
yüksek şanlıydı. Miskin ve fakirlerle oturur; ''Miskinin miskinlerle
oturması uygundur.'' buyururdu. Ömrünün son ânına kadar Allahü teâlânın
takdir ettiği izzetle insanları doğru yola sevk etti. Herkes tarafından
sevilmiş olup, hiç kimse onun söylediklerine itiraz etmiyor ve onun
emri dışına çıkmıyordu. Süleymân aleyhisselâm, bir gün yapılmakta olan
büyük bir sarayın inşâsını kontrol etmeye gitmişti. Bu binâ bir su
kıyısında çok heybetli bir saraydı. Ustalar işciler, cinler, sarayın
tamamlanmasıyla meşguldüler. Sarayın balkonuna çıkıp, kendisini yanlız
bırakmalarını, hiç kimsenin yanına yaklaşmamasını emretti. Sonra da
balkonun kenarına âsasını (bastonuna) dayanıp durdu ve etrâfı
seyrederek tefekküre başladı. Bu sırada ömrü bitip, eceli gelmişti.
Azrâil aleyhisselâm gelip; ''Şu an dünyâdaki hayâtının son ânıdır.''
dedi. Süleymân aleyhisselâm: ''Allahü teâlânın takdiri her ne ise o
haktır. Rabbime hamdolsun ki, aslâ kimseye zulmetmedim. Rabbimin emrine
itaat etmekte gecikmedim. Herkesin dönüşü Allahü teâlâyadır.
Görevlendirildiğin emri yerine getir.'' dedi. Süleymân aleyhisselâm
asâsına dayandığı halde ayakta vefât edip, uzun bir müddet öylece
kaldı. Saray inşâsında çalışanlar ise her gün işlerine muntazaman devâm
ediyor, halk da oraya gelip gidiyordu. Süleymân aleuhisselâmı uzakta,
ayakta durur vaziyette görüyorlardı. Fakat vermiş olduğu emir üzerine
hiç kimse yanına yaklaşmıyordu. Nihâyet asâsının yere temas eden
kısmını güve kurdu yiyip asâ kırılınca, cesedi yere yıkıldı. O zaman bu
hâlini görenler vefât ettiğini anladılar. Bu husus Kur'ân-ı kerimde
Sebe sûresi 14. âyette bildirilmektedir. Süleymân aleyhisselâm her yere
hükmettiğinden, zamânında herkes imân etmiş, yeryüzündeki pek az
imânsız kimse kalmıştı. Vefâtından sonra, İsrâiloğullarının arasındaki
birlik bozuldu, İlyas ve Elyesa aleyhisselâm peygamber olarak
gönderildiler. Kur'ân-ı kerimde Bakara 102; Nisâ 163; En'âm 84; Enbiyâ
81,82; Sebe 12, 21; Neml 15'ten 44'e kadar; Sad 30'dan 40'a kadar olan
âyetler Süleymân aleyhisselâm hakkındadır. Süleymân aleyhisselâm,
Mescid'i Aksâ'ya Mûsâ aleyhisselâmdan beri nesilden nesile geçerek
gelen, Tevrât'ın içinde bulunduğu Ahid sandığını (Tâbût-i Sekineyi)
koydu. Çünkü Mûsâ aleyhisselâm, ümmetinin âlimlerinden, Tevrât'ın Ahid
sandığına konularak muhâfaza edilmesini istemişti. Bu durum Mescid-i
Aksâ'nın Buhtunnasar tarafından yıkılmasına kadar devâm etti.
Buhtunnasar, Kudüs'ü alınca, şehri yakıp yıktı. Mescid-i Aksâ'da
bulunan altın, gümüş ve diğer mücevherleri alıp Bâbil'e götürdü.
Buhtunnasar'ın Kudüs'ü yağmalaması esnâsında, hakiki Tevrât ve Zebûr
yakılıp yok edildi. Muhtelif kimselerin hatırlarında kalan âyetlerini
yazmaları neticesinde, Tevrât isminde birbirlerini tutmayan çeşitli
risâleler ortaya çıktı.
Milâddan
yaklaşık dört yüz sene evvel yaşamış olan Azra bunları topladı ve
şimdiki Ahd-i Atik'teki Tevrât'ı yazdı. Süleymân aleyhisselâmın dokuz
çeşit mûcizesi vardır.
Mûcizeleri:
1-Sebe
sûresi on ikici âyetinde bildirildiği üzere, rüzgârlar emri altındaydı.
2-Süleymân aleyhisselâm denizi geçmek
istediği
zaman, suyu çekilerek
yol açalır, geçtikten sonra yine kapanırdı.
3- Âyet-i kerimede bildirildiği üzere, bütün
cinniler emrindeydi. Ne
zaman istese, kendisine, büyük büyük köşkler, sûretler, çanaklar, sâbit
çömlekler, tencereler yaparlardı.
4-Süleymân aleyhisselâmın bir mührü vardı.
Üzerinde
ism-i âzam duâsı
yazılıydı. O duâ ile her istediği kolay olurdu.
5- Karıncalara varıncaya kadar her
hayvanın sesini işitir,
dillerini anlardı.
6-Nereye gitmek istese, rüzgâr emride
olduğından,
kürsüsünü kaldırır,
kürsüsünü berâberinde götürürdü.
7-Cinniler vâsıtasıyla denizdeki incileri,
cevherleri yerde bulunan
defineleri bilirdi. Kendisine Allahü teâlâ tarafından bildirilmeyen
birşey yoktu.
8-Neml Vâdisinde, maiyetiyle berâber bir
dağ üzerine
konup, kaldığı
esnâda o dağın yeşillik, çimenlik olması için, mübârek ellerine bir
miktar su alıp, avucuyla o dağa serpti. Derhâl dağın üzeri çayırlık
çimenlik oluverdi.
9-Süleymân aleyhisselâm bir yere gittiği
vakit,
berâberinde duvarlar da
giderdi.
|
Şemun Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden olduğu rivâyet edilen mübârek zât. Şemsûn
diye de zikr edilir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;
''Geçmiş zamanda Şem'ûn (Şemsûn aleyhisselâm) adlı bir peygamber vardı.
Allahü teâlânın rızâsı için bin ay devamlı cihâd edip, silahını
omuzundan çıkarmadı.'' buyurdu. Eshâb-ı kirâm; ''Keşke bizim ömrümüzde
uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik.''
dediler. Bunun üzerine Kadr sûresi nâzil olup; ''Size verilen Kadir
gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd
etmenin sevâbında çoktur.) buyruldu.
İsâ
aleyhisselâmla Muhammed aleyhisselâm arasında yaşamış olan Şem'ûn
aleyhisselâm, İncil ehlindendi. İsâ aleyhisselâma indirilen, henüz
bozulmamış İncil-i şerife göre amel ederdi. Kavmiyse putlara tapardı.
Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık
kavimle cihâd (savaş) edip, onları imâna çağırdı. Çok güçlü ve cesûr
bir zât olan Şem'ûn aleyhisselâmı düşmanları türlü hilelerle şehit
etmek istediler. Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu.
Yaşadığı
şehrin hükümdarı onu yakalatıp, köşkünün önünde asılmasını emretti.
Bunun üzerine Şem'ûn aleyhisselâm, Allahü teâlâ yalvarıp; Yâ Rabbi!
Dünyâda yaşamayı, kâfirlerle senin yolunda cihâd etmek için isterim.
Eğer bu isteğim kalpten ve samimiyse beni kurtar.'' diyerek duâ etti. O
anda bir melek gelip bağı çözdü. Şem'ûn aleyhisselâm kurtulunca,
kendisine eziyet eden hükümdarı, adamlarını ve kendi hanımını
cezâlandırdı. İnsanları hak yola dâvete devâm etti. Ona inanmayanlarla
tek başına cihâd (harp) etti. Çok ganimet elde etti. Cihâd ederken
susadığı zaman Allahü teâlâ onun için taştan gâyet lezzetli bir su
akıtırdı. Bu su o içip kanıncaya kadar akardı. Kendisine büyük bir güç
ve kuvvet verilmişti.
|
Şit Aleyhisselam |
Adem
aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın
oğludur. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Hâbil ile Kâbil çıkan
anlaşmazlık neticesinde Kâbil, Hâbil'i öldürünce, Allahü teâlâ hazret-i
Âdem'e, Hâbil'e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi. Âdem
aleyhisselâmın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit
aleyhisselâm tek doğdu. Şit adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup,
Arapça karşılığı ''Allah'ın hibesi'' mânâsınadır. İsmine ''Şis''de
denilmiştir. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil, Hâbil'i şehit
ettikten sonra doğmuş olan Şit aleyhisselâm, son peygamber Muhammed
aleyhisselâmın nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselâm
onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu reis yaptığı gibi,
vefât edeceği sırada da bütün yeryüzünün halifeliğine onu tâyin etti.
Bu hususta vâsiyette bulundu. Ayrıca ilâhi sırları bildirip, bütün
ilimleri öğretti. Peygamber efendimizin nûruyla ilgili olarak oğlu Şit
aleyhisselâma şöyle vasiyet etti: ''Oğlum Alnında parlayan bu nûr, son
peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bunûru mümin, temiz ve
afif hanımlara teslim et ve oğluna da şöyle vasiyet et.'' Şit, bu
vasiyet üzerine sâliha bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına daböyle
vâsiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler. Âdem
aleyhisselâmın vefâtından sonra, Allahü teâlâ, Şit aleyhisselâma
peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu
kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi bilgileri, kimyâ ilmi ve daha
birçok şeyler bildirilmiştir. Şit aleyhisselâm zamânında insanlar
çoğalıp, her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini
bildirip imân etmeye çağırdı.
Şit
aleyhisselâmın dininin esasları, Âdem aleyhisselâmın bildirdiği dinin
esaslarına uygundu. Şit aleyhisselâm ekseriyâ Şam'da ikâmet edip,
insanlara, Allahü teâlâya imân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek
tebliğ vazifesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını tespit etti. Şit
aleyhisselâmın çocukları ve torunları imâr ettikleri şehirlerde
yaşayıp, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu
bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık buğz ve haset yoktu.
Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı. Şit
aleyhisselâm, Şam'dan Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde
yaşayan Kâbil'in oğullarını Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet
etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselâmın dâvetini kabul etmeyip,
sapıklıklarında ısrâr ettiler. Şit aleyhisselâm, onlarla savaş yaptı.
Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın
kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Babası,
Âdem aleyhisselâmla veya kardeşleriyle Kâbe'yi balçık çamuru kullanarak
taştan yaptı. Son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûru Şit
aleyhisselâmdan onun oğlu Enûş'a geçti. Şit aleyhisselâm, oğlu Enûş'a,
babası Âdem aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın nûruyla ilgili
olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş'u yeryüzüne halife
tâyin ederek vefât etti. Ömrünün dokuz yüz on iki veya dokuz yüz
elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir.
Peygamberliğininse, iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki
yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir. Şit aleyhisselâmdan sonra,
çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp,
çok azgınlık gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdris aleyhisselâmı
peygamber olarak gönderdi. Şit aleyhisselâm Âdem aleyhisselâmın öteki
evlâtlarının hepsinden güzel ve faziletliydi. Sûret ve sirette yâni hâl
ve yaşayışta tıpkı babasına benzediği için Âdem aleyhisselâm onu diğer
evlâtlarından çok severdi.
|
Şuayb Aleyhisselam |
Medyen ve
Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâm veya Sâlih
aleyhisselâmın neslindedir. Soyu anne tarafından Lût aleyhisselâmın
kızına ulaştığı ve Eyyûb aleyhisselâmla teyze oğulları oldukları
rivâyet edilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir. Kavmine güzel
söz söylemesi, tatlı ve tesirli hitâb etmesi sebebiyle kendisine
Hatib-ül-enbiyâ (peygamberlerin hatibi) denildi. İnsanlara İbrâhim
aleyhisselâma bildirilen dinin emir ve yasaklarını tebliğ
etti.Arabistan Yarımadasının kuzeybatısında Hicâz'la Filistin arasında
Kızıldeniz sâhilinde yer alan Akabe körfezinden Humus Vâdisine kadar
uzanan Medyen bölgesinde doğup büyüyen Şuayb aleyhisselâm, o kavmin
asil bir âilesine mensuptu. Gençliği, dedelerinden Medyen adlı bir
şahsın etrâfında toplandıkları için bu adla anılan Medyen halkı
arasında geçen Şuayb aleyhisselâm, azgın ve sapık kavmin
kötülüklerinden yzak yaşar, babasından kalan koyunlarıyla meşgul olur
ve namaz kılardı. Medyenliler atalarının doğru yolunda ayrılmışlar ve
kötü yollara sapmışlardı. Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeyi
bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere
tapıyorlardı. Medyen, ticâret kervanlarının gelip geçtiği yollar
üzerinde olduğundan ticâretle uğraşıyorlardı. Yaptıkları alış-verişte
muhakkak hile yapıyorlardı. Yiyecek maddelerini alıp, stok yapıyorlar,
pahalanınca fâhiş fiyatla satıyorlardı. Ölçü ve tartı için iki değişik
ölçek kullanıyorlar, alırken büyük ölçekle alıyorlar, satarken küçük
ölçekle veriyorlardı. İnsanların yollarını kesiyorlar, onların
mallarına zorla el koyuyorlardı. Yol üstünde durup, bilhassa yabancı ve
gariblerin mallarını çeşitli hilelere başvurarak ellerinden
alıyorlardı. Ayrıca sâhip oldukları pekçok nimetin şükrünü yapmayıp,
nankörlük ediyorlardı. Allahü teâlâ onlara, doğru yola dâvet etmek için
Şuayb aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi. Şeayb aleyhisselâm
onlara nasihatlerde bulunup, Allahü teâlâya şirk koşmamalarını ve
yanlızca o'na ibâdet etmelerini, alış-verişte, ölçü ve tartıda
haksızlık ve hile yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını
söyledi. Kötülüklere devâm ettikleri takdirde azâba uğrayacaklarını,
vazgeçtikleri takdirde mükâfâta kavuşacaklarını söyledi. Fakat azgın
Medyen kavmi, Şuayb aleyhisselâmın sözlerini dinlemeyip, ona karşı
çıktılar. Ona inananları tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm, bütün
sıkıntı, eziyet ve horlamalara rağmen, Medyenlileri doğru yola dâvete
devâm etti. İbret olarak isyânları sebebiyle helâk edilen Nûh
aleyhisselâmın gönderildiği kavmin, Hûd kavminin, Lût kavminin başına
gelen azapları ve helâk olmalarını anlattı. İnkârdan vazgeçip imân
etmelerini, mağfiret dilemelerini, aksi hâlde kendilerinin de isyân
edip, helâk olan kavimler gibi azâba düşeceklerini ve helâk
olacaklarını aöık bir lisanla anlattı. Onun peygamberliği Şam'a kadar
duyulmuştu. Pekçok kimse gelerek Şuayb aleyhisselâma imân etmekle
şereflendiler. Fakat Medyenliler yolda durup, Şuayb aleyhisselâma
gelenlere mâni olmaya çalıştılar. Şuayb aleyhisselâmı ve ona inananları
kendi sapık dinlerine dönmedikleri takdirde yurtlarından
çıkaracaklarını söyleyip, tehdit ettiler. Şuayb aleyhisselâm azgın
Medyen halkının, bütün nasihatlerine rağmen imâna gelmelerinden ümit
kesince, onları Allahü teâlâya havâle etti. Şuayb aleyhisselâm Allahü
teâlâya; ''Yâ Rabbi! Bizimle kavmimiz arasında hak ile hüküm ver. Sen
hükmedicilerin hayırlısısın.'' diye duâ etti.
Azgınlıklarına
ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine,
Allahü teâlâ azâp gönderdi. Cebrâil aleyhisselâmın bir sayhası ve bir
zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Hepsi yok oldular. Sanki onlar o
beldede yaşamaışlardı. Şuayb aleyhisselâm ve ona inananlar kurtulup
Medyen'e yakın bir yerde, yeşillik, ağaçlık ve bolluk içinde bir şehir
olan Eyke'ye giderek, oradaki insanlara doğru yolu göstermekle
vazifelendirildi. Medyen halkının bütün husûsiyetlerini taşıyan Eyke
halkı, parayı tartı ile alırlar, kenarlarından kırptıktan sonra, tâne
ile verirlerdi. Alış-verişlerinde karşı tarafdakine muhakkak zarar
verirler ve onu aldatırlardı. alırken ucuz ve fazla fazla alırlar,
satarken pahalı ve eksik verirlerdi. Yolcuları soyarlar, putlara
taparlardı. Şuayb aleyhisselâma inanmak için gelenleri vaz geçirmek
için çalışırlar, Şuayb aleyhisselâma yalancı derlerdi. İstekleri
olmazsa, tehditte bulunup, eziyet ederlerdi. Şuayb aleyhisselâm Eyke
halkını Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Eyke halkı
Şuayb aleyhisselâmdan mûcize istediler. Şuayb aleyhisselâm çevredeki
putlara hitâp edip; ''Rabbiniz kimdir? Ben kimim? Söyleyin!'' dedi. Taş
ve ağaçtan yapılmış cansız birer varlık olan putlar dile gelip;
''Rabbimiz ve yaratıcımız Allahü teâlÂdır. Yâ Şuayb! sen ise Allahü
teâlânın peygamberisin!'' dediler ve kâidelerinden yere düşüp
paramparça oldular. Bir mûcize karşısında bâzı kimseler imâna geldi.
İnanmayanlar da azgınlıklarını daha da arttırdılar. Şuayb aleyhisselâm
son defâ ikâz edip, puta tapmaktan vaz geçmelerini, Allah'a imân
etmelerini ölçü ve tartıda adâletli olmalarını ve her türlü zulümden
vazgeçip, kurtulmalarını söylediyse de inkâr edip inanmadılar. Alay
ettiler, yalancısın, sihirbazsın, büyülenmişsin dediler. İmân
etmeyeceklerini açıkca söyleyip; ''Eğer sen doğru sözlüysen, bize
gökten azap indir.'' dediler. Şuayb aleyhisselâm bu azgın kavmi Allahü
teâlâya havâle etti. Allahü teâla onlara isyanları sebebiyle şiddetli
bir azap göndererek hepsini helâk ettiler. Önce ortalığı kasıp kavuran
şiddetli bir sıcaklığa tutuldular. sular fokur fokur kaynadı.
Susuzluktan kıvranıyorlar sıcak suları içtikçe içleri yanıyordu.
Çâresizlikten gölge ve içecek su arıyorlar, bir tarafdan bir tarafa
koşuyorlardı. Bu hâl yedi gün devâm etti. Sekizinci gün ufukta koyu
gölgeli siyah bir bulut çıkıp yükseldi. Bunu gören Eykeliler serinlemek
için koşup hepsi bulutun altında toplandılar. Onlar bulutun altına
toplanır toplanmaz buluttan üzerlerine şiddetli bir ateş yağmaya
başladı ve hepsi ateş altında helâk olup, gittiler. Eykelilerin helâl
edildiği bugün, Kur'ân-ı kerimde (gölge günü) olarak bildirilmekte ve
meâlen şöyle buyurulmaktadır: ''O gölge (zılle) gününün azâbı onları
yakalıyıverdi. Gerçekten o azap büyük bir günah azâbı idi.'' (Şuarâ
sûresi:189) Şuayb aleyhisselâm, Eyke ahâlisinin helâk olmasından sonra,
inananlarla birlikte Medyen'e gidip yerleşti. İnananlardan birinin
kızıyla evlendi. İki kızı oldu. Kızlar büyüdü. Kendisi iyice yaşlandı.
Allah korkusundan çok göz yaşı döktü. Gözleri zayıfladı, vücudu
kuvvetten düştü. bu sırada Mısır'dan çıkıp Medyen'e gelen Mûsâ
aleyhisselâm, kuyu başında koyunlarını sulamak için bekleyen Şuayb
aleyhisselâmın kızlarına yardım ederek, koyunlarını suladı. Şuayb
aleyhisselâm ücret vermek için onu evine dâvet etti. Onu emin güvenilir
bir kimse olarak görüp, koyunlarına çoban tuttu. Sekiz sene koyunlarını
gütmesi şartıyla kızlarından birini ona nikâhladı. Mûsâ aleyhisselâm
orada on sene kaldı. Çocukları oldu. Daha sonra Mısır'a göç etti.
Sıhhati düzelip gözleri açılan Şuayb aleyhisselâm, her sene Medyen'den
Mısır'a giderek kızı va damâdını ziyâret etti. Bir müddet sonra da
orada vefât etti. Vefâtından 300 yaşında olduğu rivâyet edilmiştir.
Şuayb
aleyhisselâm çok namaz kılardı. Tevrât'ta ismi Mikâil olarak
bildirilmiştir. Kur'ân-ı kerimde A'râf, Şuarâ, Hûd ve Ankebût
sûrelerinde Şuayb aleyhisselâm, Medyen ve Eyke kavimleri hakkında
âyet-i kerimeler mevcuttur. Şuayb aleyhisselâmın altı çeşit
mûcizesi vardır.
Mûcizeleri:
1-Hazret-i
Şuayb'ın duâsı bereketiyle, koyunlardan doğmuş siyah kuzuların hepsi
beyaz olmuştur.
2- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle
taşlar toprak
olmuştu. Şöyle ki:
Medyen kasabası dağlık, taşlık bir yer olduğundan: ''Hak peygamber
iseniz, duâ ediniz, şu dağlar kalkıp, yerimiz geniş olsun.'' diye
teklif etmişlerdi. Şuayb aleyhisselâm duâ edince, cenâb-ı hak duâsını
kabul edip, elini o dağ ve taşlar üzerine koy, diye emreyledi. Elini
koyunca hepsi toprak oluverdi.
3-Şuayb aleyhisselâmın duâsı bereketiyle
Medyen'de
bâzı taşlar koyun
olmuştur. Şöyle ki, kendilerinin hiç koyunu olmadığı için kavmi, bizim
koyunlarımızı elimizden almak için Şuayb buraya gelmiştir diye söz
etmişlerdi. Hazret-i Şuayb bunu işitince, çok üzülüp, kendinin de
koyunu olması için cenâb-ı hakka duâ eyledi. Cenâb-ı Hak duâsını kabul
edip, orada bulunan taşlara eliyle işâret etmesini emreyledi. Hazret-i
Şuayb işâret ettiği anda o taşlar koyun oluverdi. Bu sûretle koyunları
kavminin koyunundan birkaç misli fazla oldu. O koyunları sekiz, yâhut
on sene hazret-i Mûsâ'ya güttürüp, kızını da ona verdiği meşhurdur.
4-Hazret-i Şuayb, bir yerin taşları
etrâfında
dönünce, o taşlar hemen
bakır olup, ahâli bununla pek zengin olmuştur.
5- Hazret-i Şuayb'ın duâsı bereketiyle kum
tepeleri
yerinden
kalkmıştır.
6-Hazret-i Şuayb, bir dağa çıkmak istediği
zaman,
dağ âdeta devenin
oturup kalktığı gibi, Şuayb aleyhisselâm çıkıncaya kadar küçülür,
çıktıktan sonra evvelki hâli gibi büyük bir dağ olurdu.
|
Uzeyr Aleyhisselam
|
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden veya velilerden. İsmi; Kur'ân-ı kerimde
bildirilmiş olup, peygamber olup olmadığı açıkca bildirilmemiştir.
Babasının ismi Şureyha olup Hârûn aleyhisselâmın neslindendir.
İsrâiloğullarını Tevrât'ın hükümlerine uymaya dâvet etmiştir.
İsrâiloğulları Allah'ın oğlu diye iftirâda bulunmuşlardır. Kudüs'te
doğdu ve Kudüs'te vefât etti. Uzeyr aleyhisselâm küçük yaşından
itibâren, Tevrât ilmini öğrenip Tevrât'ı ezbere bilen sayılı
kimselerden oldu. Allahü teâlâ ilâhi emirlerden yüz çevirip,
peygamberlerin nasihat ve ikâzlarına kulak tıkayan ve çeşitli azgınlık
ve taşkınlıkta bulunan isrâiloğullarına Bâbil hükümdarı Buhtunnasar'ı
cezâ olarak musallar etti. Kalabalık bir orduyla Şam ve Ürdün
bölgelerini istilâ edip, savunmasız insanları zâlimce öldürten
Buhtunnasar kudüs'ü de istilâ etti. Mescid-i Aksâ'yı yıkıp, Kudüs
şehrinin bağ ve bahçelerini harap etti. İsrâiloğullarından çoğunu
öldürüp, pekçok çocuk ve genci de esir alarak Bâbil'e götürdü. Bâbil'e
götürülen genç esirler arasında Uzeyr aleyhisselâm da vardı. Uzeyr
aleyhisselâm Bâbil'de bir müddet esâret hayâtı yaşadıktan sonra elli
yaşında olduğu sıralarda bir fırsatını bulup memleketi olan Kudüs'e
gitmek üzere yola çıktı. Kudüs yakınına gelince, bir bahçede konaklayıp
merkebinden yükünü indirdi ve bir ağaca bağladı. Geriden Kudüs şehrini
seuredip; şehrin harap, yolların ve bahçelerin viran olduğunu üzülerek
gördü. Bu sırada karnı acıktığı için bir miktar incir ve üzüm koparıp,
incirin bir kısmını yedi, üzümün de suyunu sıkıp içti. Bir ağaç altına
oturup, yıkılmış evlere, bozulmuş yollara, çürümüş tenlere, yığılmış
kemiklere bakıp âlemin sonunu, yeniden dirilişi ve Allahü teâlânın
kudretini düşündü. Kendi kendine: ''Acabâ, bu halden sonra Hak teâlâ bu
şehri nasıl tâmir ve ihyâ eder.'' diyerek tefekküre dalıp uyudu. Allahü
teâlâ onu yüz sene öldürdü. Hayattan mahrum etti. Onun bedenini,
yiyecek ve içeceğini insanların ve hayvanların gözünden gizledi. Uzeyr
aleyhisselâmı ölü bırakmasından yetmiş sene kadar sonra, Fâris
hükümdârlarından Nüşek adında bir hükümdâr eliyle Beyt-i mukaddessi
(Mescid-i Aksâ) ve Kudüs şehrini imâr etti. Bu sırada Bâbil hükümdarı
Bahtunnasar öldüğünden İsrâiloğulları esâretten kurtulup memleketlerine
döndüler. Otuz sene daha geçtikten sonra Allahü teâlâ Uzeyr
aleyhisselâmı yeniden diriltti. Uzeyr aleyhisselâm kendisinin bir gün
veya bir günden az olarak uyumuş olduğu uykudan uyandığını zannetti.
Çünkü incir ve üzümün sanki dalından yeni koparılmışve şıra sıkıldığı
saatlerdeki gibi bozulmamış olduğunu gördü. Allahü teâlâ Uzeyr
aleyhisselâma vahy edip yüz sene kaldığını bildirdi. Uzeyr aleyhisselâm
merkebine baktığı zaman onun parça parça olan kemiklerinin vücûdundan
ayrılmış olduğunu gördü. Allahü teâlâ ona ''.....ve seni, insanlara bir
âyet (delil) kılmak için böyle öldürüp dirilttik. (seni öldükten sonra
diriltmenin var olduğunu delil kıldık) ve (merkebin) kemiklerine bak!
Onları nasıl birbirine birleştiriyoruz? Sonra da onlara et
giydiriyoruz?'' (Bakara sûresi: 259) buyurdu. Allahü teâlâ ölmüş,
etleri çürümüş, kemikleri parça parça olup kaybolmuş olan merkebi
tekrar diriltti. Bu durumu gören Uzeyr aleyhisselâm, ''Ben bilirim ki,
şüphesiz Allahü teâlâ herşeye kâdirdir. (Bütün ölüleri diriltmeye gücü
yeter.) buyurarak Allahü teâlânın kudretini müşâhede etti.
Uzeyr
aleyhisselâm yeniden dirilen merkebine binip Kudüs şehrine girdi.
Bulduğu insanları gördüğü ev vemahalleleri tanıyamadı. Kendi mahallesi
olarak tahmin ettiği yerde bir evin önünde durdu. Kapıda gözleri
görmeyen, elleri ve ayakları tutmayan bir kadına rastladı. Kadına
Uzeyr'in evi neresidir? dedi. Âmâ ve kötürüm olan kadın da; ''Uzeyr'in
evi burasıdır, ben Uzeyr'in hizmetçisiyim. Fakat Uzeyr kaybolalı yüz
yıldan fazla oldu. Ondan ümitsiziz.'' deyip ağlamaya başladı. Bunun
üzerine Uzeyr aleyhisselâm; ''Ben Uzeyr'im'' deyip başından geçenleri
anlattı. Uzeyr aleyhisselâmın duâsı bereketiyle kadın, hastalıklarından
şifâ buldu. Kadın âilenin diğer fertlerine ve İsrâoğullarına Uzeyr
aleyhisselâmın geldiğini haber verdi. Âile halkı Uzeyr aleyhisselâmı
tanıyıp iknâ oldular. Uzeyr gelmiş diyerek sevinç ve heyecanla gelen
şehir halkı da Uzeyr aleyhisselâmı ziyâret edip uzun zaman geçtiği
halde değişmemiş olduğunu gördüler.Yaşlılar ona çeşitli sorular sorarak
imtihan etmeye başladılar. bu sırada Uzeyr aleyhisselâma peygamberlik
emri bildirildi. İsrâiloğullarına Tevrât'ınhükümlerini tebliğ etmeye
onları azgınlık ve sapıklıklardan sakındırmaya çalıştı. Daha önce
kendilerini dünyâ ve âhiret saâdetine dâvet eden peygamberlerin apaçık
mucizelerini gördükleri halde onları yalanlayan, birçok peygamberi de
şehit eden İsrâiloğulları Uzeyr aleyhisselâmın dâvetini kabul
etmediler.Okuduğu Tevrât'ın uydurma olduğunu iddiâ edenler çıktı.
Bâzıları onun okuduklarından Tevrât olup olmadığını karşılaştıralım
dediler. İçlerinden biri ''Benim dedem, Buhtunnasar'ın zulmü zamânında
bütün Tevrât nüshalarını yakılmak sûretiyle yok edildiğini bildirdi.
Yanlız bir nüsha Tevrât'ı filan dağın tepesine gömdüğünü söyledi. O
nüshayı getirip Uzeyr'in okuduklarıyla karşılaştıralım dedi. ''Gömülü
olan yerden Tevrât nüshalarını getirip Uzeyr aleyhisselâmın
okuduklarıyla karşılaştırdılar. Yazılı nüshada olanlarla Uzeyr
aleyhisselâmın okuduklarını aynı olduğunu görünce ''bu kadar uzun
zamandan sonra Uzeyr'in Tevrât;'ı ezbere okuması mümkün değildir
düşüncesiyle Tevbe sûresi 30. âyetinde bildirildiği gibi ''Uzeyr
Allah'ın oğludur.'' diye iftirâda bulundular.
Uzeyr
aleyhisselâm ise onların bu inanışlarının küfür ve sapıklık olduğunu,
vazgeçmedikleri halde şiddetliazâba uğrayacaklarını bildirdi. Vefât
edinceye kadar İsrâiloğullarının arasında bulundu. Onları hak yola
dâvet etmeye devâm etti. Uzeyr aleyhisselâmın vefâtından sonra
İsrâiloğullarının isyanları ve sapıklıkları iyice arttı.. Uzeyr
aleyhisselâmın ismi Kur'ân-ı kerimde (Bekara sûresi: 259 ve Tevbe
sûresi: 30. âyetlerinde) zikr edilmiştir. Fakat peygamber mi yoksa
insanları hak yola dâvet eden bir veli mi olduğu kesin olarak
bildirilmedi. Peygamber efendimiz de buyurdu ki: ''Uzeyr'in peygamber
olup olmadığını bilemiyorum. Tubba'nın mel'ûn olup olmadığını
bilemiyorum. Zülkarneyn'in peygamber olup olmadığını bilemiyorum....''
|
Yahya Aleyhisselam
|
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden.
Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesinin ismi Elisa olup, İmran'ın
kızıydı. Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar. Dâvûd aleyhisselâmın
neslinden olup, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludur. Allahü teâlâ,
onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti. Zekeriyyâ
aleyhisselâm doksan dokuz veya yüz yirmi yaşına geldiği hâlde neslini
devam ettirecek bir evladı yoktu.Hanımı da doksan sekiz yaşındaydı.
Gerek kendisinin,gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti.
Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi
için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın
duâsını kabul etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı
sırada Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti: ''Yâ Zekeriyyâ
muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (İsâ
aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim se
sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı müjdeliyor.'' Bu husus
Âl-i imrân sûresi 38-39. âyetlerinde bildirilmiştir. Zekeriyyâ
aleyhisselâmın ihtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten
sonra Yahyâ aleyhisselam doğdu. Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın
doğumu ile İsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır.
Doğumundan itibaren fevkâledelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâm
babası Zekerriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta
Tevrât'ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı.Zâten Allahü teâlâ
tarafından ona küçük yaşından itibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı
okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir. Tevrât'ı
ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzen
Beyt-ül Makdis'te (Mescid-i Aksâ) bâzen de tenhâ ve ıssız yerlerde
Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu. Öğrendiklerini
İsrâiloğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın
emirleriniyapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gâyet mütevâzi
ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi.
Dünyâya gönül vermezdi. Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah
korkusundan dolayı çok ağlardı. Göz yaşları sebeviyle nûrlu yüzü yara
olurdu. Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman,
kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk
önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve
Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsâ
aleyhisselâma İncil nâzil olup, Tevrât'ın hükmü kaldırılınca
İsrâiloğularını İncil'in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra
Şam'a giderek insanları hak dine dâvet etti. Yahyâ aleyhisselâmın
dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı
çıkanlar da oldu. Peygamberlerin mûcizelerini gördüklerü hâlde onlara
inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberleri şehit eden
İsrâiloğulları İsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler.
Allahü teâlâ İsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ
aleyhisselâm İncil'in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti. Zâlim
Yahûdi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ'ya iyi
muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki
kocasından bir kızı vardı. Yahûdi hükümdârı Birinci Herod bu kızla
evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ
aleyhisselâm böyle bir evliliğin hazret-i İsâ'nın tebliğ ettiği İncil
kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu
bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın
öldürülmesini istedi.
Yahyâ
aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve
kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın
yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına
emretti. Herod'un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek
sûretiyle şehit ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler.
Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti. Kesilmiş olmasına
rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: ''Bu kızı almak sana
helâl değildir.'' diye defâlarca söyledi. Allahü teâlâ Yahyâ
aleyhisselâmın intikâmını almak için onların başına bâzı musibetler
gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi
yerin yuttuğu bildirilmektedir. Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman
otuz dört yaşlarında bulunuyordu.
Yahyâ aleyhisselâmın
mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı ise
Şam'daki Ümeyye Câmiindeki türbededir. Yahyâ aleyhisselâm sûret
itibârıyla zamânındaki insanların en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi.
İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzu ve şefkât sâhibiydi. Başındaki
saçları seyrek ve sesi inceydi. Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen
olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından bildirilmişti. Bu husus Meryem
sûresi 7. âyetinde bildirilmiştir. Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz
kılınmış olup, takvâ sâhibiydi. Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim
selimdi. Yahyâaleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde Allahü
teâlâ tarafından selâmete erdirildi. Bu hususiyetleri Meryem sûresi 13,
14 ve 15. âyetlerinde bildirilmiştir.
Mûcizeleri
1-Taşın
dile gelmesi: İsrâiloğulları, Yahûdi hükümdârı Birinci Herod'un emri
üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı. Bu haberi
duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu. Bu sırada bir kaya
dile geldi: ''Ey Allahın peygamberi! Bana gel!'' Yahyâ aleyhisselâm
kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu gördü. O
taşın içine girdi. Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan
kâfirler o kayaya yaklaştıkları zaman, o kayadan kâfirlerin üzerine
oklar atılmaya başlandı. Bu durumu gören Yahûdiler geriye dönüp
kaçtılar.
2-
Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm peygamber olarak
vazifelendirilip Şam'a geldikten sonra insanlar ona; ''Hakikaten
peygambersen, bize gündüz gözü ile yıldızı göster.'' dediler.
İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin
çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı. Kur'ân-ı kerimde Âl-i imrân,
Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
|
Yakub Aleyhisselam |
Ken'an
diyârında, yâni Fenike denilen sayda, Sûr ve Beyrut ile Filistin ve
Sûriye'nin bir kısmından ibâret olan bölgede yaşayan insanlara
gönderilen peygamber. İsmi Yâkûb olup İbrânicede Saffetullah,
yâni ''Allahü teâlânın sâf ve temiz kıldığı kul'' mânâsına
gelmektedir. Diğer adı İsrâil olup ''Allah'ın kulu'' mânâsına
gelmektedir. İbrâhim aleyhisselâmın küçük oğlu olan İshâk
aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlu vardır. Bu
yüzden, onun on iki oğlunun torunlarına Beni İsrâil, yâni
İsrâiloğulları denilmiştir. Oğullarından her birinin sülâlesine
''Sıbt'', hepsine birden torunlara mânâsına gelen ''Esbât'' denir.
Sonradan Yahûdi adı verilmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden birçok
peygamber geldi: Mûsâ, Hârûn, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ ve İsâ
aleyhimüsselâm bunlardandır. Yâkûb aleyhisselâm Şam'da yeya Medyen'de
doğdu. Onun Iys isminde bir kardeşi vardı. Çocokluğu babasının yanında
geçti. Babası İshâk aleyhisselâm, Yâkûb aleyhisselâm için; ''Yâ Rabbi!
Neslimden peygamber geleceğini buyurmuştun. O vâdini bu oğlumdan zuhûr
ettir.'' diye duâ etti. Onun soyundan nice peygamberler göndermesi için
Allahü teâlâya niyâzda bulundu. Yâkûb aleyhisselâm babasının vefâtından
sonra annesinin tavsiyesi üzerine Harran'da bulunan dayısının yanına
gitti. Orada uzun müddet kaldı. Dayısının büyük kızı Leyla ile evlendi.
Bu evlilikten Rabil, Şem'ûn, Lâvi, Yehûda, İsâhar ve Zablûn adlı
oğulları ile Dinâr isimli kızı doğdu. İbrâhim aleyhisselâmın bildirdiği
dinde iki kız kardeşle evlenmek câiz olduğundan ilk evliliğinden yedi
sene sonra dayısının küçük kızı Râhil ile de evlendi. Bu hanımından da
Bünyamin ve Yûsuf adlı iki oğlu oldu. Belhe ve Zülfâ adlı iki câriyesi
vardı. Belhe adlı câriyeden Dân ve Neftâle, Zülfâ adlı câriyesinden de
Câd ve Âşir adlı oğulları doğdu. Böylece on iki oğlu oldu. Kırk sene
kadar dayısının yanında kalan ve ona hizmet eden Yâkûb aleyhisselâma
Allahü teâlâdan vahy gelip Ken'an diyârı ahâlisinine peygamber olarak
vâzifelendirildiği bildirildi. Dayısından izin alarak hanımları,
oğulları ve kendisine tâbi olanlarla birlikte Harran'dan ayrılıp Ken'an
diyârına geldi ve oraya yerleşti. Kendisi ve oğulları için evler
yapğtırdı. Bu sırada Yûsuf ve Bünyamin adlı oğullarının annesi olan
Râhil vefât etti. Yâkûb aleyhisselâm insanları Hak dine ve tek olan
Allahü teâlâya inanmaya ve o'na ibâdet etmeye dâvet etti. Ken'an diyârı
ahâlisinden çok kimse ona imân etti. Ken'an diyârını idâre eden Şüceym
bin Dâran isimli kral, Yâkûb aleyhisselâma karşı çıktıysa da başarılı
olamadı. Yâkûb aleyhisselâm anneleri vefât etmiş olan oğulları Bünyamin
ve hazret-i Yûsuf'u diğer oğullarından çok seviyordu. Çünkü bu ikisi
anne şefkâtinden mahrûm kalmışlardı. Yâkûb aleyhisselâmın özellikle
hazret-i Yûsuf'a karşı aşırı muhabbeti olduğu için onu bütün
oğullarından üstün tutuyor ve yanından ayırmıyordu. Hazret-i Yûsuf yedi
yaşındayken rüyâsında on bir yıldız, ay ve güneşin kendisine secde
ettiklerini gördü. Bu rüyâsını babasına anlattı. Rüyâ tâbirini iyi
bilen Yâkûb aleyhisselâm oğluna ileride büyük nimetlere kavuşacağını ve
kendisine peygamberlik verileceğini söyleyerek rüyâsını kardeşlerine
anlatmamasını tavsiye etti.
Yâkûb
aleyhisselâmın oğlu Yûsuf'a karşı aşırı muhabbet göstermesini kıskanan
diğer oğulları ona hased ettiler. Hazret-i Yûsuf'u berâberce tuzak
kurup onu öldürmek istediler. Babalarından korktukları için de ne
şekilde kötülük yapacklarını tesbit edemediler. Daha sonra kendi
aralarında konuşup Yûsuf aleyhisselâmı yol üzerindeki bir kuyuya atmayı
kararlaştırdılar. Yûsuf aleyhisselâmı babalarından alıp, berâberlerinde
götürebilmek için hileye başvurdular. Yûsuf aleyhisselâmı alıp kıra
götürdüler ve kervanların geçtiği yolun kenârındaki bir kuyuya attılar.
Sırtındaki gömleğini çıkarıp kestikleri bir hayvanın kanıyla boyadılar.
Akşam olunca da kanlı gömleği babalarına getirip; ''Biz kırda yarış
ederken, Yûsuf'u eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt yemiş.''
dediler. Yâkûb aleyhisselâm kana bulanmış fakat hiç yırtık ve çizgi
bile olmayan gömleğe bakıp oğlu Yûsuf'u kurt yemediğini ve onun hayatta
olduğunu anladı. Diğer oğullarına o kurdun Yûsufuma karşı şefkâti
sizden fazlaymış. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylu bir
kurt görmedim. Oğlumu yemiş de sırtından gömleğini bile yırtmamış. Bu
söyledikleriniz yalandır. Yûsuf'a ne ettinizse siz ettiniz. Fakat
elimden ne gelir. Benim için sabr etmekten güzel bir şey yoktur.''
dedi. İçli içli ağlayıp, kalbini Allahü teâlâya bağladı ve oturdu.
Yûsuf aleyhisselâmın ayrılığından dolayı üzülüyor, fakat bu üzüntüsünü
kimseye bildirmiyor, hâlinden de kimseye şikâyette bulunmuyor, oğluna
kavuşacağı günü hasretle bekliyordu. Hasret ve üzüntüsü sebebiyle
ağlamasından dolayı gözlerine ak inmiş göremez olmuştu. Atıldığı
kuyudan bir kervancı tarafından çıkarılan ve Mısır'a götürülerek bir
köle diye satılan Yûsuf aleyhisselâm, Mısır Mâliye Nâzırı tarafından
satın alındı.Mâliye Nâzırının sarayında özel olarak büyütülen Yûsuf
aleyhisselâm, Nâzırın ölümünden sonra Mâliye Nâzırı oldu.Aldığı
ekonomik tedbirler sâyesinde, yedi sene müddetle devâm eden kıtlık
esnâsında Mısır halkının rahat va refâh içinde yaşamasını sağladı.
Yâkûb aleyhisselâm Bünyamin dışındaki oğullarını buğday ve erzak almak
üzere Mısır'a gönderdi. Yûsuf aleyhiselâm onları tanıdı ve ikrâmlarda
bulunarak erzak verdirdi. İkinci defâ gelişlerinde kardeşleri
Bünyamin'i de getirmelerini söyledi. Onlar da ikinci gelişlerinde
Bünyamin'i getirdiler. Kendi anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin'i bür
tedbirle yanında alıkoydu. Yâkûb aleyhisselâmın oğulları üçüncü defâ
Mısır'a gidince Yûsuf aleyhisselâmın kendini onlara tanıttı. Gömleğini
babası Yâkûb aleyhisselâma gönderdi. Babasına ve bütün akrâbalarını da
Mısır'a dâvet etti. Yâkûb aleyhisselâm gömleği yüzüne gözüne sürünce
gözleri açıldı. Yâkûb aleyhisselâm oğlunun dâveti üzerine bütün
akrâbasını alarak Mısır'a gidip oğlu Yûsuf aleyhisselâma kavuştu. Yûsuf
aleyhisselâm babasına ve yanındakilere büyük ikrâmlarda bulundu.
Kardeşlerini affettiğini bildirdi. Yâkûb aleyhisselâm oğlu hazret-i
Yûsuf'a kavuştuktan sonra oğullarıyla birlikte on seneden fazla
Mısır'da yaşadı.İyice ihtiyarlayınca oğullarını başına toplayıp,
vasiyette bulundu. Oğullarından, tek olan Allahü teâlâya ibâdet
edeceklerine dâir söz aldıktan sonra vefât etti.Oğulları cenâze
namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki Halil-zr-
Rahmân'da bulunan babsı İshak aleyhisselâmın yanına defnedildi.
Rivâyete göre burada dört kabir vardır. Bunlar İbrâhim aleyhisselâma,
İshâk aleyhisselâma, Sâre validemize ve Yâkûb aleyhisselâma âittir.
Yâkûb
aleyhisselâm Allahü teâlânın seçtiği, kendi zamânında yaşayan
insanların sûret (görünüş) ve siret (huy ve yaşayış) yönünden en
üstünüydü. Buğday benizli, uzun boylu, nâzik yapılı bir bedene sâhipti.
Babası, İshâk aleyhisselâm gibi halim selim, yumuşak huylu, doğru
sözlü, kerim ve cömertti. Kur'ân-ı kerimde Yâkûb aleyhisselâmın, dinde
kuvvetli olduğu, ihlâs sâhibi olduğu, sâlihlerden olduğu, seçkin ve
hayırlıkimselerden olduğu ve rüyâ tâbirini iyi bildiği açıklanmıştır.
Yâkûb aleyhisselâmın beş çeşit mûcizesi vardı:
Mucizeleri:
1-Duâsı
bereketiyle bir koyunun karnından dört kuzu doğmuştu. Bir kavim gelip,
Ey Allah'ın peygamberi, geçen sene koyunlarımız hiç doğurmadı. Cenâb-ı
Hakka duâ ediniz, hem bu seneki, hem degeçen seneki kuzuları birden
versin, diye ricâ ettiler. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, her bir
koyundan dörder tâne doğmak sûretiyle koyunları çoğaldı.
2-
Sesi sürekli olup, üç konaklık yerden bile duyulurdu. Düşman
askerine bağırdığı zaman korkularından hep kaçarlardı.
3-Hazret-i
Yâkûb'un attığı şey, pek uzaklara giderdi. Oğullarını
Amâlika kavmiyle muhârebeye gönderince, muhâbere esnâsında Yehûda adlı
oğlunun, süngü ve mızrakla silâhı parçalanmıştı. Yehûda, silâhım
kırıldı babacığım, bir silâh gönderiniz, diye seslendiği anda, hazret-i
Yâkûb işitip, bir dağ başından önceki gibi bir silâh attı ve seslendi.
Yehûda sesini işitip, silâhı aldı ve hemen düşmana saldırdı ve gâlip
geldi. Halbuki aralarında 360km'lik mesâfe vardı.
4-Yâkûb
aleyhisselâmın duâsı bereketiyle büyük ve küçük dağlar
yerlerinden kalkmışlardır. Ken'an ahâlisini dine dâvet ettiği vakit,
orada bulunup, yörenin iki tarafını darlaştıran dağların başka yere
naklolunmasıyla, yerlerinin geniş bir saha olmasını istemişlerdi. Yâkûb
aleyhisselâm duâ edince, murâdları hâsıl olup, yerleri geniş ve düzlük
olup havası da gâyet güzel olarak Hicaz'da en güzel yer olarak
tanınmıştır.
5-Ken'an
ahâlisini imâna davet ettiği vakit, oturdukları yerlerde
bulunan dağlık ve taşlık yerlerin, bütün tepe vetaşların toprak
olmasını teklif etmişlerdi. Yâkûb aleyhisselâm duâ edince, diledilkeri
gibi olmuştur.
Yâkûb
aleyhisselâmın en büyüğü Rabil olmak üzere Şem'un, Lâvi, Yehûda, Zablun
(Yâlun), İsâhar,Dân, Neftâli, Âşir, Cad, Yûsuf ve Bünyamin adlı on iki
oğlu vardı. İsrâiloğulları bu on iki oğlunun neslinden çoğalmışlardır.
Yûsuf aleyhisselâmdan sonra akılca en üstün olan Yehû danın neslinden
Dâvûd aleyhisselâm ve Beni İsrâil (İsrâiloğulları) hükümdarları
gelmiştir. Bu sebeble İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerin çoğu
da Yûsuf aleyhisselâmın neslindendir. Kur'ân-ı kerimde zikr edilen
Tâlût da Bünyamin'in neslindendir. Kur'ân-ı kerimde Yûsuf sûresinde ve
Bakara sûresi 132, 133, 140; Âli imrân sûresi 84, 93; Nisâ sûresi 163;
En'âm sûresi 84; Hûd sûresi 71; Meryem sûresi6, 49, 58'inci âyetlerinde
Yâkûb aleyhisselâmdan ve faziletlerinden bahsedilmektedir.
|
Yunus Aleyhisselam |
Musul
yakınlarındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babası
Metâ adında bir zât olup sâlih kimselerdendi. Yûnus aleyhisselâm
kendisine balık yuttuğu için Zinnûn ve Sâhib-i Hût adlarıyla da
anılmıştır. Yûnus aleyhisselâm, Asûr Devletinin başşehri ve önemli bir
ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu. Babası Metâ ve annesi,
Allahü teâlâ duâ edip, kendilerine bir erkek evlâd ihsân etmesini
dilediler. Cenâb-ı hak onlara Yûnus'u ihsân etti. Ancak Yûnus
aleyhisselâm ana rahmindeyken babası vefât etti. Annesi onun doğum ve
çocukluğu sırasında birçok hârikulâde, olağanüstü haller gördü. Yûnus
aleyhisselâm Nineve'de büyüdü, kavmi içinde emin, yalan söylemeyen,
yardım seven bir kişi olarak meşhur oldu. Otuz yaşına gelince Nineve
ahâlisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Nineve halkını
senelerce Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Kavmi ona
imân etmedikleri gibi birçok ezâ ve cefâda bulundular. Onunla alay
ettiler. Fakat Yûnus aleyhisselâm yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan
onları hak dine dâvet etti. Allahü teâlânın azâbıyla korkuttu. Fakat
Nineve halkı, ''Tek bir kişinin hatırı için azap inip herkesi yok
edecekse müsâde et bu azap gelsin.'' deyip alay ettiler. Yûnus
aleyhisselâm kavminin küfürde isrâr etmesine üzülüp onların arasından
ayrıldı. Allahü teâlâ ona vahyedip; ''Kullarımın arasından ayrılmakta
acele ettin. Geri dön, kırk gün daha onları imâna çağır.'' buyurdu.
Yûnus aleyhisselâm bu ilâhi emir üzerine kavmine döndü ve onları hak
dine dâvete devâm etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine
inanmadı. Bunun üzerine Yûnus aleyhisselâm ''O hâlde üç güne kadar
başınıza gelecek azâbı bekleyin. Bunun alâmeti önce benizleriniz
sararacaktır.'' buyurdu. ve ilâhi bir emir gelmeden üzüntüyle
aralarından ayrıldı.
Yûnus
aleyhisselâmın haber verdiği gün gelince Ninevililerin benizleri
sarardı. Gökyüzü karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı. Herkesi
korku ve telâş sardı. Feryad ve figâna başladılar. ''Yûnus aleyhisselâm
aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azâb bizi helâk edecektir.'' diye
söyleştiler. O zaman Allahü teâlâ kalblerine pişmanlık hissini verdi.
Onlar tövbe etmek arzusu ile yaşlı sâlih bir zâta geldiler ve ne
yapmaları gerektiğini sordular. O zât da henüz azâbın gelmesine iki gün
olduğunu ve tövbe etmelerini ve azâbı kaldırması için duâ etmelerini
tavsiye etti. Bunun üzerine Nineve halkı şehrin yakınındaki bir yüksek
tepeye çıkıp Allahü teâlâya ve o'nun peygamberi Yûnus aleyhisselâma
imân ettiler. Allahü teâlâya duâ edip azâbı kaldırmasını niyaz ettiler.
O zamana kadar yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe
ettiler. Hattâ öyle oldu ki, evlerindeki başkasına âit olan taşları
söküp sâhiplerine iâde ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tövbelerini
kabul edip, azâbı üzerlerinden kaldırdı. Duânın yapıldığı gün Cumâ
olup, Aşûre günüydü. Sonra sevinç içinde şehre dönen Nineve halkı
şehirde Yûnus aleyhisselâmı aramaya başladılar. Yûnus aleyhisselâm da
ayrılışından bir müddet sonra kavminin hallerini öğrenmek için
Nineve'ye yakın bir yere geldiğinde azâbın rahmete tebdil olduğunu
gördü. Fakat şehre girmedi. ''Eğer şehre girersem beni yalancılıkla
ithâm ederler.'' diyerek sahra (çöl) tarafına yöneldi ve oradan
uzaklaştı ve Dicle Nehri kenarına vardı. Fakat buraya Allahü teâlâdan
emir almadan gelmişti. Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu olan
bir gemiye bindi. Gemi hareket edip kıyıdan uzaklaştı. Gemi bir müddet
seyrettikten sonra durdu ve kımıldamaz oldu. Gemidekiler şaşırıp
kaldılar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütemediler.
Sonra da; ''Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden gemi yürümüyor.'' diye
aralarında söylendiler. Geminin batağından endişe edip paniğe
kapıldılar. Durumu uğursuzluk kabul edip: ''Burada efendisinden kaçan
bir kul vardır. Kur'a atalım o meydana çıkar!'' diye söyleştiler. O
zamâna kadar âdetleri kur'a kine isâbet ederse onu cezâ olarak denize
atmaktı. Âdetleri gereği kur'a çektiler. Kur'a Yûnus aleyhisselâma
çıktı. O zaman Yûnus aleyhisselâm bunun kendisi hakkında ilâhi bir
imtihan olduğunu kabul edip tevekkülle; ''O âsi kul benim!'' dedi.
Gemidekiler Yûnus aleyhisselâma bakıp sâlih bir kimse olduğunu
anlayıp; ''Bu zât köleye benzemiyor!'' diyerek yeniden kur'a çektiler.
Kur'a yine hazret-i Yûnus'a isâbet etti. Üçüncü defâ çekilen kur'a da
Yûnus aleyhisselâma isâbet etti. Bâzıları; ''Şüphesiz bu kişinin suçu
olmalı!'' dediler.
Yûnus
aleyhisselâm yolcuları Allahü teâlâya imân etmeye dâvet etti. Fakat
gemidekiler Yûnus aleyhisselâmı denize attılar. O an gece vaktiydi.
Yûnus aleyhisselâmı bir balık yuttu. O zaman cenâb-ı hak balığa emredip
onu yaralamamasını, kemiklerini kırmamasını bildirdi. Balık bu hal
üzere hazret-i Yûnus'u alıp denizin derinliklerinde kayboldu. Yûnus
aleyhisselâm balığın karnında sağ, aklı başında ve şuûru yerindeydi.
Balığın karanlık vücûdunda çok üzgün bir halde: ''Yâ Rabbi! Emir ve
hüküm senindir. Fakat Nineve'ye dönmeye ve kavmimi imânlı bir şekilde
görmeye ümidim sonsuzdur. Bütün bunlara rağmen senin takdirin ne ise
ona râzıyım.'' dedi. O sırada bâzı sesler işitti. ''Bu nedir acabâ?''
diye söylendi. Allahü teâlâ ona balık karnında olduğunu vahyederek:
''Ey Yûnus! Bu sesler beni denizde zikreden canlıların sesleridir!''
buyurdu. Yûnus aleyhisselâm balığın karnında dahi her zaman zikre devam
ediyordu. Melekler onun sesini işitip Allahü teâlâya arz ettiler.
Allahü teâlâ; ''Bu kulum Yûnus'un sesidir. Bir hâli sebebiyle onu
denizde bir balığın karnında hapsettim.'' buyurdu. Yûnus
aleyhisselâm ''Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü
minezzâlimin (senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni bütün
nşksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden
oldum.'') (Enbiyâ sûresi 87) duâsına devâm etti. Bu duâsı ve tesbihi
onun kurtuluşuna sebep oldu. Balığın karnında üç, yedi veya kırk gün
kaldıktan sonra kurtuluşa erdi. Yûnus aleyhisselâm balığın karnından
Muharrem ayının onuncu (Âşure) günü çıktı. Balık onu çıkarıp sâhile
bıraktığında; Yûnus aleyhisselâm zayıflamış, bitkin, hasta bir durumda
ve himâyeye muhtâçtı. Cenâb-ı Hak isyânıyla orada hazret-i Yûnus'u
güneşin yakıcı sıcağından gölgelendirerek geniş yapraklı, çabuk büyüyüp
yükselen bir ağaç veya bitki bitirdi. Bu ağaç sinek ve haşerâtın
zararını da önlemekteydi. Cenâb-ı Hak bir rivâyette o bitkiden hazret-i
Yûnus'a süt damlattı. Diğer bir rivâyette dağ keçisini emrine verdi.
İyice kuvvetleninceye kadar o dağ keçisi sabah akşam gelip hazret-i
Yûnus'u emzirdi. Yûnus aleyhisselâm kendine gelince Allahü teâlâua
şükredip ibâdete başladı. Birgün kendisine gölge veren ağacın
kuruduğunu görüp üzüldü. Allahü teâlâ ona vahy edip kavmine dönmesini
emir buyurdu ve kavminin tövbelerini kabûl ettiğini bildirmesini
emretti.
Yûnus
aleyhisselâm kavmine gitmek üzere yola çıkıp, Nineve şehri yakınlarına
gelince gördüğü bir çobana kavminin durumunu sordu. Çoban da;
''Peygamberleri olan Yûnus aleyhisselâm onlara darılıp gittiğinden
kendi başlarına kaldı. Cenâb-ı Hak onlara azâb gönderdi. Azâb bulutları
başları üzerinde üç gün üç gece durdu. Fakat onlar bin bir pişmanlıkla
aplaştılar. Yûnus aleyhisselâmı aramalarına rağmen bir yerde
bulamadılar. Netice de Allahü teâlâ onları bağışladı. Üzerlerinden
azâbı kaldırdı. Şimdi yolları gözetip kendilerine emir ve yasakları
öğretecek Yûnus aleyhisselâmın gelmesini bekliyorlar.'' dedi. Yûnus
aleyhisselâm kendisinin bekledikleri kimse olduğunu ve gidip onlara
haber vermesini istedi- Çoban Nineve'ze gidip Yûnus aleyhisselâmın
geldiğini haber verdi. İlk anda Yûnus aleyhisselâmın geldiğine
inanmayan Nineve halkı ağacın ve koyunun dile gelip, konuşması
neticesinde inandılar. Yûnus aleyhisselâmın bulunduğu tarafa gittiler.
Yûnus aleyhisselâmı namaz kılarken buldular. Namazdan sonra onu
hasretle kucaklayıp özür dilediler. Berâberce şehre döndüler. Bundan
sonra Yûnus aleyhisselâm onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını
anlattı. Kavmi mesut ve iyilik üzere oldular. Yûnus aleyhisselâm seksen
üç yaşında ibâdet hâlindeyken Nineve'de vefât etti. Vefât ettiği yer
hakkında başka rivâyetler de vardır.
Mucizeleri:
1-Yûnus
aleyhisselâm, Kur'ân-ı kerimde bildirildiği üzere balığın karnında üç,
yedi veya kırk gün yaşamıştır.
2-
Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle bulutlardan ateş çıkardı. Bir
gün Nineve ve ahâlisi kendisinden bulutlardan ateş çıkarılmasını
istediklerinde duâ etti ve bulutlardan ateş düşüp memleketin bir
bölgesindeki ağaçları yaktı.
3-
Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle dağdan su çıkmıştır.
4-
Yûnus aleyhisselâmın peygamberliğine bir keler şehâdet etmişti.
Nineviler Yûnus aleyhisselâmdan mûcize isteyince, Allahü teâlânın
emriyle dağa işâret etti. Dağdan çıkan bir keler dile gelerek; ''Ey
insanlar! Biliniz ki, Yûnus Hak peygamberdir. Sizi Cennet'e, Rabbinizin
mağfiretine devam ediyor.'' dedi.
5-
Yûnus aleyhisselâm Nineve hâkimini imâna dâvet etti. O zaman Hâkim;
''Kapımda bulunan şu demir halka altın olursa imân ederim.'' dedi.
Yûnus aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle elini kapının halkasına
koydu. Demir halka altın hâline geldi.
6-
Yûnus aleyhisselâm odun olmadığı halde su üstünde ateş yakmıştır.
7-
Yûnus aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm gibi güzel sesli olduğundan,
tatlı sesli vahşi ve yırtıcı hayvanlara da tesir eder, onu dinlemek
için etrâfında toplanırlardı.
Yûnus
aleyhisselâmın hayâtı ve başına gelen hâdiseler hakkında Kur'ân-ı
kerimin Sâffat, Nisâ, Yûnus, Enbiyâ, Kalem sûrelerinde haber
verilmektedir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de
hadis-i şerifte buyurdu ki: Balığın karnındayken Yûnus'un
(aleyhisselâm) yaptığı duâ; ''Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü
minez-zâlimin'' idi. Müslüman bir kişi bu duâyı her ne şey için okursa,
Allahü teâlâ elbette onu kabul eder. Hiçbir kula, Yûnus bin Metâ'dan
(aleyhisselâm) daha hayırlıyım, demek yakışmaz.
|
Yusuf Aleyhisselam |
Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yakub aleyhisselamın oğludur.
Annesinin ismi Râhil’dir. İsrailoğullarından (Yakub aleyhisselamın
neslinden) gönderilen ilk peygamberdir.
Küçük yaştayken annesi vefat eden Yusuf aleyhisselamı ve küçük kardeşi
Bünyâmin’i babaları olan Yakub aleyhisselam şefkâtle bakıp büyütüyordu.
Çünkü onlar anne şefkatinden mahrum kalmışlardı. Annesinin vefatından
sonra Yusuf aleyhisselam halasının yanında kaldı. Halasının vefatından
sonra tekrar babasının yanına döndü. Yakub aleyhisselamın diğer
hanımlarından olan Rabil, Şem’un, Lâvî, Yehûda, İsâhar, Zablun, Dân,
Neftâli, Câd ve Âşir adlı oğulları Yusuf ve kardeşi Bünyamin’i
babalarının daha çok sevmesini kıskanıyorlardı.
Yusuf aleyhisselam yedi veya on iki yaşlarındayken on bir yıldız, ay ve
güneşin kendisine secde ettiklerini rüyâsında gördü. Bu rüyâsını
babasına anlattı. Oğlu Yusuf’un anlattıklarını dinleyen Yakub
aleyhisselam on bir yıldızın diğer oğulları güneşin kendisi, ayın da
hanımı olduğu şeklinde tâbir etti. İleride hazret-i Yusuf’un büyük
nîmetlere kavuşacağını ve ona peygamberlik verileceğini anladı. Bu
rüyâyı duydukları takdirde kardeşlerinin kendisini daha çok
kıskanacaklarını ve şeytanın vesvesesiyle ona bir kötülük
yapabileceklerini düşünerek, rüyâsını kardeşlerine anlatmamasını
hazret-i Yusuf’a söyledi.
Yakub aleyhisselamın oğlu hazret-i Yusuf’u kendilerinden daha çok
sevmesi sebebiyle kıskançlıkları iyice artan diğer oğulları toplanıp
aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar
verdiler. Bunun için de iki yol düşündüler. “Ya öldürürüz veya onu
babamıza ulaşamayacağı bir yere bırakırız. Böylece babamızın sevgisini
kendimize çekeriz.” dediler.
İçlerinden biri (Rabil veya Yehûda); “Eğer benim sözümü tutarsanız,
Yusuf’u öldürmeyin. Onu büyük bir kuyunun dibine bırakın ki, oraya
uğrayan yolculardan biri çıkarıp başka bir yere götürür. Böylece Yusuf
babamızdan uzaklaştırılmış olur.” dedi. Diğerleri de bu görüşü
benimseyip hazret-i Yusuf’u kuyuya atmaya karar verdiler.
Ertesi gün hep birlikte Yakub aleyhisselama giden oğulları koyunlarını
otlatmak için kıra gideceklerini, kardeşleri Yusuf’u da çok sevdikleri
için, yanlarında götürmek istediklerini söylediler. Kardeşlerinin
Yusuf’a birşey yapacaklarından çekinen Yakub aleyhisselam: “Onu
götürmeniz beni mahzûn eder. Siz ondan habersizken onu kurt yemesinden
korkarım.” dedi.
Oğulları babalarına karşı yemin ederek; “Biz kuvvetli bir toplulukken,
onu kurt yerse âciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz.” diyerek hîle ile
hazret-i Yusuf’u babalarından aldılar. Yakub aleyhisselam oğullarının
ısrârı ve hazret-i Yusuf’un da onlarla gitmek istemesi karşısında
takdire râzı oldu. Kardeşleri babalarından uzaklaşınca Yusuf’a eziyet
etmeye başladılar. Bir müddet sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun
başına vardılar. Kardeşleri Yusuf aleyhisselamın elbiselerini soydular.
İpe bağlayıp kuyuya sarkıttılar. Kuyunun yarısına kadar varınca da ipi
kestiler. Yusuf aleyhisselam suyun içine düştüğü sırada şu duayı okudu:
“Ey gâib olmayan Şâhit! Ey uzak olmayan Karîb! Ey Mağlup olmayan Gâlib!
Beni bu musîbetten kurtar. Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!”
Yusuf aleyhisselam kuyuda dua edip Allahü teâlâyı zikretmeye başladı.
Yusuf aleyhisselamın zikrini duyan melekler onun etrâfına toplanıp,
teselli ettiler. Cebrâil aleyhisselam da gelip ona arkadaşlık etti.
Yusuf aleyhisselamın kardeşleri de, onun sırtından çıkardıkları gömleği
kestikleri bir hayvanın kanına buladılar ve babaları Yakub
aleyhisselama götürdüler. “Ey bizim babamız, hakîkaten biz gittik.
Yarış edecektik. Yusuf’u da eşyâlarımızın yanında bırakmıştık. Onu kurt
yemiş.” dediler. Kesmiş oldukları hayvanın kanına buladıkları gömleği
getirdiler. Yakub aleyhisselam onların yalan söylediklerini anlayarak;
“Hayır nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürüklemiş. Artık bana
düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü
teâlâdan yardım isterim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kana bulanmış
gömleğini yüzüne gözüne sürdü. Gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görüp;
“O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazlaymış. Vallâhi bugüne
kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de,
sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire râzı olup sabr-ı
cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyledi.
Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra Medyen’den gelip
Mısır’a gitmekte olan bir kervan kuyunun yanında konakladı. Su almak
için vazîfeli olan bir kişi kovasını kuyuya saldığı zaman Yusuf
aleyhisselam kovaya sarıldı. Kova yukarı çekilince Yusuf aleyhisselam
da kovayla berâber dışarıya çıktı. Kovayı çeken kişi güzel yüzlü bir
çocuğun da kovanın ipine tutunup çıktığını görünce şaşırdı. Onu yanına
alıp, kâfiledekilere götürdü. Böylece Yusuf aleyhisselam kuyudan çıkıp
kurtuldu. Bu sırada hazret-i Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerinden biri
ona yiyecek vermek üzere attıkları kuyunun yanına gelmişti. Onun
kervancılar tarafından kuyudan çıkarılmış olduğunu görünce diğer
kardeşlerine haber verdi. Kervancıların yanına gelen kardeşleri; “Bu
bizim kölemizdi, kaçtı. İsterseniz onu satın alıp başka bir memlekete
götürün.” dediler. Yusuf aleyhisselamı da; “Bizi yalancı çıkarma, seni
öldürürüz.” diye korkuttular. Kervancılar paralarını mala
yatırdıklarını, yanlarında bulunan birkaç dirhemi verebileceklerini
söylediler. Asıl maksatları Yusuf aleyhisselamı satmak olmayıp,
babalarından uzaklaştırmak olan kardeşleri, kervancıların verdiği
birkaç dirheme râzı olup onu sattılar.
Kervancılar hazret-i Yusuf’u Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok
kimse onu satın almak isteyince fiyatı yükseldi. O sırada Mısır Azîzi,
yâni Mâliye Nâzırı (Bakanı) olan Kıtfîr (veya İzfîr) Yusuf
aleyhisselamı kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Eve
varınca da hanımına, ona iyi muâmele etmesini ileride kendilerine
faydalı olabileceğini söyledi. Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır
Azîzi’nin hanımı Zelihâ (veya Züleyha) idi ve çocukları olmamıştı. Bu
yüzden Azîz, Yusuf aleyhisselamı evlâd edinmeyi düşündü. Yusuf
aleyhisselam Azîz’in evinde gâyet rahattı. Azîz’in hanımı genç ve güzel
bir kadındı. Azîz ise, ınnîn, yâni iktidarsız idi.
Yusuf aleyhisselam ise, akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi.
Yüzünde parlayan nübüvvet (peygamberlik) nûru herkesi hayran bırakırdı.
Bu hal Züleyhâ’nın ona âşık olmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselama
karşı süslenip onu kendine çekmek için çalıştı. Fakat Yusuf
aleyhisselam Allahü teâlânın yardımıyla ona hiç îtibâr etmedi. Züleyhâ
sonunda kapıları kapadı ve ondan murâd almak istedi. Yusuf
aleyhisselam: “Efendim (Kıtfîr) iyi bakman için beni sana bıraktı.
Bunun karşılığında onun haremine hıyânet etmekten Allah’a sığınırım.”
dedi.
Yusuf aleyhisselamın kendisine îtibâr etmediğini gören Züleyhâ ona
iftirâ etti. Züleyhâ’nın Yusuf aleyhisselama yaptıkları bir müddet
sonra Mısır ahâlisi tarafından duyuldu. Haber sarayda vazîfeli
kimselerin hanımları tarafından da duyulunca, kadınlar: “Züleyhâ,
Ken’anlı kölesi Yusuf’un nefsinden murâd almak istiyormuş. O gencin
sevgisi onun yüreğine işlemiş, onu deli etmiş. Azîzin hanımı olduğu
halde, Züleyhâ’nın bir köleye gönül vermesini açık bir hatâ olarak
görüyoruz.” dediler.
Züleyhâ Mısırlı kadınların kendisi hakkındaki sözlerini işitti. O
kadınların da Yusuf aleyhisselamı görmesi için bir ziyâfet tertip etti.
Kendisini ayıplayan kadınlarla berâber şehir eşrâfından kırk kadar
hanımı dâvet etti. Onlar için bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler de
hazırlattı. Misâfirler gelip kendileri için hazırlanan yemekleri yemeye
başladılar. Züleyhâ, başka bir odada bulunan Yusuf aleyhisselamın
kadınlara görünmesini istedi.
Yusuf aleyhisselam Züleyhâ’dan çekindiği için, emrine karşı gelmeyip
kadınlara göründü. Kadınlar Yusuf aleyhisselamı görünce cemâlinin
heybetinden yüzünün güzelliğinden kendilerini unuttular. Meyve yerine
hiç acı duymadan ellerini kestiler. Onun güzelliğini ve cemâlinin
heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Böylece, onun melek olmadığını
bildikleri halde; “Bu bir melektir.” demekten kendilerini alamadılar.
Onların bu hâlini seyreden Züleyhâ; “İşte gördünüz mü? Siz benden daha
çok kınanmaya, ayıplanmaya lâyıksınız. Çünkü onu bir defâ görmekle
kendinizi kaybedip ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız. Ben
ise, uzun zamandır onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu
hâlinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Şimdi
gördüğünüzü önceden görseydiniz, beni kınamazdınız.” dedi.
Sonra da onlara; “Duyduğunuz gibi ben ondan bu iş için talepte
bulundum. O ise, bu husustaki teklifimi kabul etmedi. Eğer ona
emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindanlarda sürünür.” dedi. Misâfir
gelen kadınlar Yusuf aleyhisselamın etrâfına toplanıp; “Azîzin
hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez.” diye
Züleyhâ’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Yusuf aleyhisselam
kadınların fuhşu güzel gösteren hîleleri ve sözleri karşısında Allahü
teâlâya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musîbetten korunmasını niyâz
etti:
“Ey Rabbim! Zindan bana bu (Mısırlı) kadınların
beni dâvet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer sen onların
hîlelerini benden çevirmezsen (beni ismet üzere sâbit kılmak
sûretiyle korumazsan, ben ihtiyârî olmayan tabiî bir meyl ile) onlara
meyleder, böylece sefihler zümresine dâhil olurum. Bunun üzerine Rabbi
onun duasını kabul etti. Kadınların hîlelerini, şerlerini ondan
çevirdi. Çünkü O (Allahü teâlâ, kendine tazarrû ve ilticâ edenlerin
dualarını) işitici ve (hallerini) bilicidir.” (Yusuf
sûresi: 33)
Züleyhâ’nın kocası Azîz, Yusuf aleyhisselamın yapılan soruşturma
netîcesinde suçsuzluğunu anlamış olduğu için herhangi bir cezâ vermeye
lüzum görmemişti. Fakat yayılan dedikoduları kesmek için ve Züleyhâ’nın
baskılarına boyun eğerek Yusuf aleyhisselamın hapsedilmesine karar
verdi. Böylece hazret-i Yusuf zindana atıldı. Uzun zaman zindanda
kaldı. Zindanda ne kadar kaldığı kesin olarak bilinmemektedir.
Yusuf aleyhisselamla birlikte Mısır Firavununun ekmekçisi ve şerbetçisi
de hapishânedeydiler. Yusuf aleyhisselam zindandayken hastaları ziyâret
eder, geceleri dâimâ namaz kılar, Rabbini zikrederdi. Kendisine Allahü
teâlâ rüya tâbiri ilmini öğretti. Yusuf aleyhisselam Firavun’un
ekmekçisi ve şerbetçisinin görmüş oldukları rüyâyı tâbir etti. Birisi
rüyâsında üzüm sıktığını, diğeri de başının üzerinde ekmek taşıdığını
ve bu ekmekten kuşların yediğini görmüştü. Yusuf aleyhisselam rüyâsında
üzüm sıkanın serbest bırakılacağını, ekmek taşıyanın ise îdâm
edileceğini söyledi. O kimselerin rüyâları, yorumladığı gibi çıktı.
Şerbetçi serbest bırakılıp eski vazîfesine döndü, ekmekçi de asıldı ve
başının etini kuşlar yedi.
Yusuf aleyhisselam zindandayken Mısır hükümdarı bir rüyâ görmüştü.
Dehşetle uykusundan uyanıp; “Ben rüyâmda yedi semiz ineğin yedi zayıf
ineği yediğini ve yedi yeşil başak, yedi de kurumuş başak gördüm. Ey
ileri gelenler, eğer rüyâ tâbiri biliyorsanız, bu rüyâmı yorumlayın.”
dedi. Onlar “Biz böyle rüyâların yorumunu bilmeyiz.” dediler. Bu sırada
daha önce Yusuf aleyhisselam ile zindanda kalan şerbetçi kendi rüyâsını
tâbir ettirdiğini hatırlayarak; “Ben bu rüyânın yorumunu yaptıracağım.
Beni Yusuf’un (aleyhisselam) bulunduğu zindana götürüp onunla
görüştürün” dedi. Şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına götürdüler. O
da Mısır hükümdârının rüyâsını anlatıp yorumunu istedi.
Allahü teâlâ Yusuf aleyhisselama zindandayken peygamberlik emrini
bildirdi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının rüyâsını tâbir etmeden
önce Allahü teâlânın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi.
Gelecek yemekler daha gelmeden önce cinsini ve tadını haber verdi.
Peygamber âilesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu
bildirdi. Zindandayken insanları tevhid inancına dâvet etmeye başladı.
Zindandakilere; “Ey zindan arkadaşlarım! Çok sayıdaki putlarınız mı
hayırlı, yoksa (zâtında ve sıfatlarında) tek ve her şeye gâlib olan
Allahü teâlâ mı?” dedi. Arkadaşlarına tevhid inancını, inanmanın
gerekli olduğunu ve hak dînin emir ve yasaklarını anlattı.
Yusuf aleyhisselam hükümdarın rüyâsını yorumlayıp; “Yedi sene bolluk,
sonra yedi sene kıtlık olacak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları
yersiniz.” buyurdu. Hükümdar, tâbiri duyunca Yusuf aleyhisselamı
istedi. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârının elçisine; “Efendine dön
de ellerini kesen o kadınların zoru (hâli) neydi? Kendisine sor. Benim
Rabbim onların hîlelerinin ne olduğunu (ne söylediklerini, ne
yaptıklarını) elbette bilir.” dedi. Elçi, hükümdarın yanına dönüp Yusuf
aleyhisselamın isteğini arz etti. Meseleyi araştıran hükümdar, o
kadınları yanına getirtip; “Yusuf’un nefsinden Murâd almak istediğiniz
vakit ne halde idiniz? Onu Züleyhâ’nın emrine itâat etmeye teşvik
ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük,
şüphe götürür bir hareket gördünüz mü?” dedi. Kadınlar “Hâşâ! Biz onun
hiçbir kötü hâline, hiçbir günahına muttalî omadık.” dediler. O
mecliste bulunan Azîzin hanımı Züleyhâ da; “Şimdi hak (doğru) ortaya
çıktı. Ben onun nefsinden murâd almak istemiştim. O ise şüphesiz doğru
söyleyenlerdendir.” dedi. Böylece Yusuf aleyhisselamın suçsuzluğu ve
senelerdir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya çıktı.
Mısır hükümdârı Yusuf aleyhisselama tekrar elçi gönderip; “Onu bana
getirin, kendisini has müsteşâr edinip işlerimi ona bırakayım.” dedi.
Hükümdârın dâvetini kabul eden Yusuf aleyhisselam zindandan çıktı.
Zindanın kapısına da; “Burası belâ, musîbet ve hüzün evi, dirilerin
kabri, düşmanların sevinç, dostların tecrübe yeridir.” diye yazdı.
Yusuf aleyhisselam hükümdârın sarayına varınca, hükümdâr ona çok
iltifatta bulundu. Hükümdar görmüş olduğu rüyâ ile ilgili ne gibi
tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yusuf aleyhisselam; “Bolluk
senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile berâber, başaklarıyla
ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de
saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları
kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını
emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki
insanların ihtiyaçlarını karşılayacaktır.” dedi. Yusuf aleyhisselamın
tavsiyeleri çok hoşuna giden hükümdâr; “Bu işleri yapmakta bana kim
yardım eder?” dedi. Yusuf aleyhisselam ona; “Arzın (Mısır’ın)
hazînelerinin idâre işini bana bırak. Ben onu korumaya muktedirim.
Tasarruf yollarını bilirim, bu işi ben yaparım.” buyurdu.
Yusuf aleyhisselamın teklifinden bir sene sonra Mısır Azîzi (Mâliye
Nâzırı) öldü. Hükümdar hazret-i Yusuf’u onun yerine Mâliye Nâzırı
yaptı. Mücevherlerle süslü taht ve tâclarla birlikte hazînelerin
anahtarlarını ona teslim etti. Hükümdar bütün yetkilerini de ona verdi.
Memleketin her tarafında Yusuf aleyhisselamın emri geçer oldu. Yusuf
aleyhisselam, Azîzin ölümünden sonra sarayı terk edip perişân hâle
gelen ve Allahü teâlâya îmân etmiş olan Züleyhâ’yı Allahü teâlânın
emriyle kendine nikâhlayıp onunla evlendi. Yusuf aleyhisselam
Züleyhâ’ya: “Bu senin istemiş olduğundan hayırlı değil mi?” dedi.
Züleyhâ da ona: “Ey Sıddîk! Beni kınama. Bildiğin gibi ben, mal, mülk,
güzellik gibi dünyâ nîmetlerine sâhip bir kadındım. Ancak kocam
kadınlara yaklaşmaktan mahrumdu. Sen de benim gördüğüm en güzel
kimseydin.” diye cevap verdi. Yusuf aleyhisselamın Züleyhâ’dan iki oğlu
ile Rahmet adında bir kızı oldu.
Yusuf aleyhisselam yetkileri eline alınca kıtlık senelerinin geleceğini
düşünerek gerekli tedbirleri aldı. Gerekli gıdâ stoklarını yaptırdı. Bu
stoklar için büyük depolar yaptırıp topladığı yiyecekleri buralarda
depoladı. İnsanlara da çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Yedi sene olan
bolluk seneleri geçip, peşinden bütün şiddetiyle kıtlık başgösterdi.
Kıtlığın ilk senesinde insanlar hazırladıkları yiyecekleri bitirdiler.
Yusuf aleyhisselamdan para ile yiyecek satın almaya başladılar. Yusuf
aleyhisselam kim olursa olsun, kimseyi kayırmadan yiyecek almaya gelene
bir deve yükünden fazla yiyecek vermezdi. Bu hususta adâletten aslâ
ayrılmazdı. Mısır hükümdârı ve pekçok kimse onun adâleti ve güzel
huyları sebebiyle Allahü teâlâya inanmışlardı.
Mısır’dan ve çevre ülkelerden olan insanlar akın akın gelip Yusuf
aleyhisselamdan yiyecek alıyorlardı. Babası Yakub aleyhisselamın ve
kardeşlerinin yaşadığı Ken’an diyârında da kıtlık baş gösterdiğinden
Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamın anne-baba bir kardeşi olan
Bünyamin hâricindeki on oğlunu Mısır’a erzak almak üzere gönderdi.
Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca hazret-i Yusuf onları
tanıdı. Onlar ise, hazret-i Yusuf’u tanıyamadılar. Fakat, hazret-i
Yusuf onların kim olduklarını, nereden geldiklerini sordu. Onlar
dediler ki: “Biz Ken’an vilâyetindeniz. İhtiyar bir babanın on
evlâdıyız. Babamızın ismi Yakub’dur. Beldemizde kıtlık var. Babamız
bizi buraya erzak almaya gönderdi.” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Şimdi
babanız nerede ve kiminle berâberdir?” deyince, onlar da; “Ken’an
ilinde bizim en küçük kardeşimizle berâber kaldı. Babamızın küçük
kardeşimizle aynı anadan olan çok sevdiği bir oğlu daha vardı. Kırda
telef oldu. Onun derdinden Bünyamin adındaki küçük oğlunu yanından hiç
ayırmaz. Oğlu Yusuf’a üzüntüsünden dolayı gözleri görmez oldu.” dediler.
Yusuf aleyhisselam her bir kardeşi için birer deve yükü erzak
hazırlattı. Onlardan almış olduğu paralarını da gizlice tekrar
yüklerinin içine bıraktırdı. Gelecek sefere diğer kardeşlerini de
getirmelerini istedi. Getirmedikleri takdirde erzak vermeyeceğini
bildirdi. Yakub aleyhisselamın oğulları Mısır’a varınca babalarına,
Mısır Mâliye Nâzırı tarafından büyük ihsân ve iltifat gördüklerini
anlattılar. Mısır Mâliye Nâzırının bir daha Mısır’a gittiklerinde
kardeşleri Bünyamin’i de getirmelerini istediğini, aksi hâlde erzak
vermeyeceğini söylediğini bildirdiler. Yakub aleyhisselam Bünyamin’i
göndermek istemedi. Yüklerini açtıkları zaman da paralarının ihsân
olarak yüklerinin içine konulduğunu gördüler. Bunun üzerine babalarına;
“Ey babamız! Daha ne istiyoruz, işte sermâyemiz de bize iâde edilmiş.
Biz onunla tekrar âilemize zahîre getiririz. Kardeşimizi de koruruz.
Kardeşimizi götürmekle bir deve yükü zahîre de fazla alırız. Bu seferki
aldığımız zahîre az bir ölçektir, bizi idâre etmez.” dediler.
Bünyamin’i getireceklerine dâir söz aldıktan sonra onlarla birlikte
tekrar Mısır’a gönderdi. Onlara da; “Daha önce Yusuf’a olanı
biliyorsunuz. Fakat Allahü teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametlilerin en
merhametlisidir.” dedi.
Yakub aleyhisselamın oğulları ikinci defâ Mısır’a gittiler. Bünyamin’i
Yusuf aleyhisselamın yanına getirdiler. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine
ikram ve ihsânlarda bulundu. Diğer kardeşlerinden ayrı olduğu sırada
kardeşi Bünyamin’e kendisini tanıttı. Bir tedbirle onu göndermeyeceğini
bildirdi. Her bir kardeşi için bir deve yükü erzak hazırlattı. Kardeşi
Bünyamin’in yükünün içine Mısır hükümdârının altından yapılmış su
tasını koydurdu.
Yakub aleyhisselamın oğullarının yükleri hazırlanıp yola çıkacakları
sırada saraydan bir vazîfeli gelerek; “Ey kâfile ehli! Durun! Muhakkak
siz hırsızlarsınız.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri geri
dönerek; “Ne kayboldu. Aradığınız nedir?” diye sordular. Vazîfeli;
“Hükümdârın tası kayboldu. Onu getirene bir deve yükü zahîre var. Ben
de buna kefilim.” dedi. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri; “Vallahi
muhakkak siz de bilirsiniz ki, biz buraya fesâd çıkarmak için gelmedik.
Biz hırsız da değiliz.” dediler. Vazîfeli ve yanındakiler; “Eğer
sözünüzde yalancı çıkarsanız sizin dîninizde hırsızlığın cezâsı nedir?”
dediler. Yakub aleyhisselamın oğulları; “Su kabını çalanın cezâsı kimin
yükünde bulunursa, çalan kimse, mal sâhibinin kölesi olur. Biz
hırsızlık yapanları böyle cezâlandırırız.” dediler.
Saray vazîfelileri Yakub aleyhisselamın oğullarının yüklerini aradılar.
Su tası en son aradıkları Bünyamin’in yükünde çıktı. Bunun üzerine
Yakub aleyhisselamın bildirdiği dînin hükümlerine göre Bünyamin
Mısır’da alıkonuldu. Yakub aleyhisselamın oğulları: “Ey Azîz! Hakikat,
onun (Bünyamin’in) ihtiyar ve çok muhterem bir babası var. Kaybolan
kardeşimizin acısını onunla unutur. Onu bizden çok sever. Onun yerine
birimizi alıp onu serbest bırak. Biz muhakkak seni ihsân edenlerden
görüyoruz. Bu ihsânını tamamla.” dediler.
Yusuf aleyhisselam: “Eşyâmızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını
alıkoymaktan Allahü teâlâya sığınırız. Çünkü bu takdirde (dîninize
uygun olarak verdiğiniz fetvâya göre) biz de elbette zâlimlerden
oluruz.” dedi.
Yakub aleyhisselamın büyük oğlu ve Şem’un da, babam bana izin verinceye
kadar gelmem, deyip Mısır’da kaldı. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları
Mısır’dan ayrılıp utanarak ve sıkılarak babalarına geldiler; “Ey
babamız! Muhakkakki oğlun Bünyâmin hırsızlık yaptı. Biz ancak
gördüğümüze şâhitlik ederiz. Su kabının Bünyamin’in yükünden çıktığını
gördük. Biz gaybı, yâni onun gerçekten çaldı mı, yoksa onun haberi
olmadan eşyâsı arasına mı kondu? bilmeyiz. Eğer bize inanmazsan içinde
bulunduğumuz (kendisinden döndüğümüz) şehre (Mısır halkına) da
aralarında geldiğimiz kervana da sor. Biz hakîkaten doğru
söyleyicileriz.” dediler. Yakub aleyhisselam bu habere çok üzülüp,
anlatılanlara inanmadı. Fakat; “Artık bana düşen sabr-ı cemildir.
Umulur ki, Allahü teâlâ oğullarımı bana getire. Şüphesiz Allahü teâlâ
Alîmdir, Hakîmdir.” dedi.
Allahü teâlânın kendisini bu sıkıntıdan yakında kurtaracağına inanan
Yakub aleyhisselam son derece üzüntülü ve kederli olmasına rağmen,
hâlini Allahü teâlâdan başkasına arz etmedi. Başına gelen musîbetlere
rağmen, dâimâ sabırlı oldu. Bir gün oğullarına kavuşacağını ümit eden
Yakub aleyhisselam; “Ey oğullarım! Mısır’a gidin, Yusuf ile
kardeşlerinden haber sorun. Allahü teâlânın fadl ve ihsânından ümit
kesmeyin. Çünkü hakîkat, kâfirler gürûhundan başkası Allahü teâlânın
fadl ve rahmetinden ümit kesmez.” dedi.
Yakub aleyhisselamın oğulları babalarının tavsiyesi üzerine üçüncü defâ
Mısır’a geldiler. Yusuf aleyhisselamın huzûruna varıp; “Ey Azîz! Bize
ve âilemize darlık, kıtlık, fakirlik ve açlık isâbet etti. Çok az ve
ehemmiyetsiz bir sermâye ile geldik. Bize daha önce tam bedelle
verdiğin gibi tam ölçek ver. Sermâyemizden eksik olan bu miktara
karşılık olan zahîreyi vermekle veya kardeşimizi iâde etmek sûretiyle
hakkımızda ayrıca tasaddukta bulun. Zîrâ Allahü teâlâ sadaka verenleri
mükâfatlandırır. Yusuf aleyhisselam onlara: “Siz sonunun nereye
varacağını bilmeden Yusuf’a ve kardeşine yaptığınız işin kötülüğünü
anlayıp ondan tövbe ettiniz mi?” dedi.
Bu sözler üzerine onlar bu kimsenin, kardeşleri Yusuf olabileceğini
düşündüler. Ona Yusuf olup olmadığını sordular. Onların yalvarışlarını,
çâresiz kaldıklarını görünce, kalbi inceldi. Merhametinden dolayı,
kendisinin kardeşleri Yusuf olduğunu açıkladı. Kardeşleri; “Yoksa sen
gerçekten Yusuf musun?” dediler. Yusuf aleyhisselam; “Evet, ben
Yusuf’um ve bu kardeşim Bünyamin’dir. Allahü teâlâ birbirimize
kavuşturmakla bize ihsânda bulundu.” dedi. Kardeşleri Yusuf
aleyhisselamın üstünlüğünü ve ona yaptıklarından dolayı günahkâr
olduklarını kabul ettiler. Yusuf aleyhisselam onlara; “Bugün size bir
kınama ve ayıplama yoktur.” dedi.
Kardeşlerine çok izzet ve ikrâmda bulundu. Babası Yakub aleyhisselamın
hâlini, kendisinin yokluğundan sonra ne durumda olduğunu sordu. Onlar
da; “Senin için çok üzüldü, ağladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.”
dediler. Bunun üzerine Yusuf aleyhisselam gömleğini çıkarıp onlara
verdi ve; “Şu gömleğimi babama götürün ve yüzüne sürsün. O benim kokumu
koklasın ve gömleğimi gözlerine sürsün. O artık rahatlıkla görmeye
başlar. Sonra bütün âilenizi bana getirin.” dedi. Yusuf aleyhisselam
kardeşlerinin yol hazırlıklarını yaptırdı. Babası Yakub aleyhisselama
verilmek üzere bütün hânedânı ve akrabâsı ile birlikte Mısır’a
gelmelerini isteyen bir mektup da verdi.
Yakub aleyhisselam, oğulları Mısır’dan yola çıktıktan sonra oğlu
hazret-i Yusuf’un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanındakiler, Yusuf
aleyhisselama duyduğu aşırı muhabbetten dolayı böyle bir koku duyduğunu
zannedebileceğini söylediler. Nihâyet Yakub aleyhisselamın oğulları
Ken’an diyârına yaklaşınca, onlardan birisi müjdeci olarak gelip Yusuf
aleyhisselamın gömleğini babasına verdi. Yakub aleyhisselam gömleği
alıp yüzüne, gözüne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yakub aleyhisselam,
bütün oğulları ve akrabâsıyla birlikte Ken’an diyârından Mısır’a gitmek
üzere yola çıktı. Yusuf aleyhisselam Mısır hükümdârı ve halkıyla
birlikte Yakub aleyhisselamı ve berâberindekileri karşıladı. Babasını
sarayına götürdü. Babasını ve üvey annesini tahtının üstüne çıkarıp
oturttu. Hepsi (babası, üvey annesi ve kardeşleri ona kavuştukları
için) secde (şükür secdesi) ettiler.
Yusuf aleyhisselam babasına; “Ey babam! İşte bu evvelce gördüğüm
rüyânın tevili (yorumu)dir. Hakîkaten Rabbim o rüyâyı tahakkuk ettirdi.
Beni zindandan çıkarıp mülk ihsân etti. Şeytan benimle kardeşlerimin
arasını (hased ile) açtıktan sonra, Allahü teâlâ sizi çölden (Ken’an
diyârından) getirdi. Muhakkak ki, Rabbim dilediği şeyleri hakkıyla
bilen herşeyi hikmetinin icâb ettirdiği vakit ve şekilde yapan odur.”
dedi. Kardeşlerini affettiğini bildirdi.
Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamla birlikte on seneden fazla
yaşadıktan sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine Kudüs yakınlarındaki
Halîlürrahmân denilen yere defnedildi. Yusuf aleyhisselam babasının
vefatından sonra bir müddet daha yaşadıktan sonra vefat etti. Mısır’da
herkes Yusuf aleyhisselamı kendi mahallesine defnetmek istiyordu. İş
kavgaya kadar vardı. Sonunda mermer bir Sandukaya koyup Nil Nehri
kıyısına (veya Nil Nehrinin ortasına) defnetmekte anlaştılar. Bir
rivâyete göre ondan dört yüz sene sonra, gelen Musa aleyhisselam
kabrini bulup, mübârek cesedini oradan alarak Yakub aleyhisselamın da
medfûn bulunduğu Halîlürrahmân’da defnedildi.
Yusuf aleyhisselamın güzelliği fevkalâdeydi. Âdem aleyhisselama çok
benzerdi. Mısır sokaklarında gezerken yüzünün pırıltısı güneş
ışıklarının yansıması gibi duvarlara aksederdi. Bir kimse onun yüzüne
bakmak isterse hemen gözlerini çevirmek zorunda kalırdı. Bütün bunlara
rağmen Yusuf aleyhisselama güzelliklerden sâdece bir parça verilmişti.
Muhammed aleyhisselama ise tamâmı verilmişti.
Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimize, siz mi güzeldiniz, Yusuf
âleyhisselâm mı güzeldi? diye sorunca Peygamber efendimiz sallallahü
aleyhi ve sellem; “Kardeşim Yusuf benden sabih (güzel), ben
ondan melihim (sevimliyim). O’nun görünen güzelliği benim
görünen güzelliğimden çoktur.” buyurdu. Peygamberimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) görünmeyen güzelliği gösterilseydi, kimse
bakmaya tâkat getiremezdi.
Eshâb-ı kirâmın gençleri, hazret-i Âişe vâlidemizden Peygamberimizin
(sallallahü aleyhi ve sellem) güzelliğini sorduklarında hazret-i Âişe
şu şiiri söylemiştir:
Ve lev semia ehlü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levîmâ Zelihâ lev reeyne cebînehû,
Le âserne bilkat’il kulûbi alel eydi.
Mısırdakiler, onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yusuf
aleyhisselamın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün
mallarını, onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâ’yı
kötüleyen kadınlar, onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine
kalplerini keserlerdi (de acısını duymazlardı).
Yusuf aleyhisselam güzel ahlâk sâhibi olup, Mısır Azîzinin hakkını
gözeterek Züleyhâ’nın tekliflerini reddetti ve iyilik gördüğü kimseye
ihânet etmedi. Hiçbir menfâat ve zarar onun doğruyu söylemesine mâni
olamadı. Allahü teâlâ onu Kur’ân-ı kerîmde “Sıddîk= Çok doğru sözlü”
olarak medh etti. Kendisine hıyânet ve zulmedenleri affediciydi.
İnsanların rüyâlarını doğru olarak tâbir ederdi. İnsanlara hizmet eder
ve onların ihtiyaçlarını tedârik ederdi. Yusuf aleyhisselam iffet
sâhibi, olup iffetini korumakta gayretliydi. Mısır kadınları ile
arasında geçen hâdise meşhurdur.
Mucizeleri:
Yusuf aleyhisselamın üç çeşit mucizesi vardı:
1. Hazret-i Yusuf’un konuşması pek şirin, çok tatlı olduğu için,
herkesin kalbi ona meylederdi. Onun tatlı sözleri karşısında îmân eden
pekçoktu.
2. Hazret-i Yusuf’un yüzü güneş gibi nûrluydu. Hattâ bir kimse yüzüne
bakmak istese, hemen gözlerini çevirmeye mecbur olurdu. Bu nûrun
tesiriyle, yâni başkasına sirâyetiyle huzûruna getirilen âmânın hemen
gözleri görmeye başlamıştı.
3. Yusuf aleyhisselamın duası bereketiyle ağaçların yapraklarından
güzel kumaş olmuştu. Huzûruna bir büyük kişi gelmiş, şu gördüğümüz
ağaçların yaprakları birbiriyle birleşip güzel kumaş olsun, diye mucize
teklifinde bulunmuştu. Hazret-i Yusuf öyle dua edince, kıymet biçilmez
bir kumaş olmuştur.
Yusuf aleyhisselamın hayâtı, başından geçenler ve hikmetleri Kur’ân-ı
kerîmde Ahsen-ül-Kasas (kıssaların en güzeli) diye medh edilen
Yusuf sûresinde bildirilmiştir. Bu sûrede Yusuf aleyhisselamın başına
gelenlerle, kavuştuğu ihsânlardan bahsedilir. Hasedin noksanlık ve
Allahü teâlânın yardımından mahrum kalmaya, sabrın ise sıkıntı ve
gamlardan kurtulmaya sebep olduğu; Yakub aleyhisselamın sabrettiği için
maksâdına kavuştuğu; Yusuf aleyhisselamın sabrı ve doğruluğu
anlatılmaktadır.
|
Yuşa Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerdenç Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilmiş olup
Mûsâ aleyhisselâmın yeğeni veya vekiliydi. İsmi Yûşâ olup,
Hıristiyanlar Yeşû diyorlar. Yûsuf aleyhisselâmın neslinden
gelen Nûn'un oğludur. Annesi Mûsâ aleyhisselâmın kızkardeşidir.
Yûşâ aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dinin esaslarını
insanlara tebliğ etti. Mısır'da doğan Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ
aleyhisselâmın husûsi talebesi, hâlis hizmet görücüsü ve en yakın
dostlarındandı. Mûsâ aleyhisselâm Firavun'un zulmü üzerine Allahü
teâlânın emriyle kendine inanan ve tâbi olanlarla birlikte Mısır'dan
Tih sahrasına hicret ederken Yûşâ aleyhisselâm da onunla beraber
bulundu. Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla görüşmek üzere
çıktığı yolculukta onunla berâber bulundu. Mûsâ aleyhisselâm Hızır
aleyhisselâmla karşılaşınca Yûşâ aleyhisselâm geriye döndü. Allahü
teâlâ, Mûsâ aleyhisselâmın kavmine Arz-ı Mev'ûdu (Filistin ve Şam
bölgesini) ihsân edeceğini bildirdi. Fakat isrâiloğulları o
beldelerde zâlim ve zorba bir kavim olan Amâlikalıların
bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teâlâ Mûsâ
aleyhisselâma vahyedip: ''Ey Mûsâ! Ben burayı sizin için memleket ve
yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan
kim varsa onlarla harp et. Zirâ onlara karşı sizin yardımcınız benim.
Kavminden her koldan bir temsilci (nakib) seç al. Onlar vefâkar ve
itâatkar olsunlar.'' buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm her bir
koldan iyi haber toplayan, sözünde sâdık ve vefâkar birer temsilci
seçti. Bunları Eriha şehri ve ahâlisi hakkında bilgi toplamak için
gönderdi. Aralarında Yûşâ bin Nûn'un da bulunduğu haber toplamakla
vâzifeli kimseler Eriha'ya gittiler. O belde ahâlisinin iri cüsseli,
çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce korktular. Geriye dönüp
kavimlerine gördüklerini anlatarak onların harbe gitmelerine mâni
oldular. Mûsâ aleyhisselâmın kavmi, gelen temsilcilerin anlattıklarını
dinleyip harp etmekten vaz geçtiler. İçlerine korku düşüp, feryâda
başladılar: ''Keşke Mısır'da ölseydik. Yâhut burada ölsek de, Allah
bizi o zâlimlerin memleketine sokmasa, yoksa hanımlarımız, çocuklarımız
ve mallarımız ganimet olarak kalacak.'' dediler. Temsilciler içinde
bulunan, Allahü teâlânın kendilerinden ''İsmet ve tevfik'' ile haber
verdiği Yûşâ bin Nûn ile Kâlib bin Yuknâ ise kavimlerine gelip, Eriha
beldesi ahâlisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabilelerden o
belde ahâlisi hakkındaki haberleri duyanlara ise korkulacak birşey
olmadığını, Allahü teâlânın yardım ve inâyetiyle Eriha'nın
fethedileceğini bildirip, Mûsâ aleyhisselâma yardımcı olmaya
çalıştılar. Onlara dediler ki:
Ey
İsrâiloğulları! Cebbarların (zâlimlerin) şehrinin kapısından hemen
girin (onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın. Biz onları
gidip gördük ve öğrendşk. Onların bedenleri büyük ve kuvvetli fakat
kalpleri zayıftır. Sizinle harp etmeye rûhi mentânetleri yoktur.)
Bir defâ kapıdan girdiniz mi ( Allahü teâlânın vâd ettiği yardımın size
gelmesiyle) elbette siz gâliblerden olursunuz. Siz gerçekten inanan,
Allahü teâlânın vâdini tasdik eden kimseler iseniz, (Allahü teâlânın
kudretine, size yardım edeceği hakkındaki vâdine, Mûsâ aleyhisselâmın
peygamber olduğuna inanıyor, imân ediyorsanız, düşmanların boy ve
cüsselerine bakarak aldanmayınız. Onlardan korkmayınız. Size ilâhi
yardımın geleceği husûsunda ve bütün her hâlinizde) Allahü teâlâya
tevekkül ediniz. ( O'na itimad ediniz. Yanlız o'na güveniniz ve
cihâddan geri durmayınız.) (Mâide sûresi: 23). Fakat İsrâiloğulları
onların söylediklerine inanmadılar ve Mûsâ aleyhisselâmın nasihatlerine
uymadılar. Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin Yuknâ aleyhisselâm taş ve
sopalarla öldürmek istediler. İsrâiloğulları Yûşâ bin Nûn ve Kâlib bin
Yuknâ'yı taşlayıp, Mûsâ aleyhisselâma karşı gelerek Allahü teâlâ isyân
edince Mûsâ aleyhisselâm üzüldü. Allahü teâlâ isrâiloğullarını kırk
sene müddetle Ary-ı Mev'ûd denilen bölgeye girmelerini haram kıldığını
bildirdi. ''Biz harbe gitmeyiz'' diyerek isyân eden kimseler kırk
sene müddetle Tih sahrasında şaşkın bir hâlde dolaştılar. Kırk
sene içinde öldüler. Kırk senenin sonuna doğru Hârûn aleyhisselâm vefât
etti. Mûsâ aleyhisselâm vefât ederken yerine Yûşâ aleyhisselâmı
halife bıraktı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâmı da İsrâiloğullarına
peygamber olarak vazifelendirdi. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâma karşı
çıkıp; ''Biz harbe gitmeyiz'' diyen kimseler ölmüş, onların yerlerine
oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teâlâ Yûşâ aleyhisselâma
isrâiloğullarını toplayıp Tşh sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev'ûd
denilen bölgeye gidip cebbârlarla (zâlimlerle) harp etmesini emretti.
Yûşâ aleyhisselâm İsrâiloğullarını toplayarak Eriha şehrini kuşattı.
Kuşatma altı ay sürdü. Nihâyet bir cumâ günü akşam üzeri mûcizeler
göstererek şehri fethetti. Yûşâ aleyhisselâm ve o'na inananlar Eriha'yı
fethettikten sonra İlyâ (Eyliyâ) şehrini de aldılar. Bu şehrin Yûşâ
aleyhisselâm tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin
hükümdarlarından beşi bir araya gelip İsrâiloğullarıyla topluca savaşa
girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezimete uğradılar.
Yûşâ
aleyhisselâm Eriha ve İlyâ şehirlerini ve civârını fethettikten sonra
Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrini de fethedip, Belâk adındaki
hükümdarını ve İsm-i A'zam duâsını bildiği halde Yûşâ aleyhisselâmın
ordusuna karşı bedduâ etmeye teşebbüs eden, fakat ibret için dili göğsü
üzerine sarkık kalan Bel'âm bin Bâûrâ'yı öldürdü. böylece Belka şehride
fethedilmiş oldu. Eriha, İlyâ ve Belka şehirlerinin fethedilmesinden
sonra Arz-ı Mev'ûd diye bilinen Filistin ve Şam diyarı da peyderpey
İsrâiloğullarının eline geçti. Fetihler yedi sene devâm edip Kudüs
şehri de Yûşâ aleyhisselâm ve ona inananlar tarafından fethedildi. Bu
bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yûşâ aleyhisselâm batıda beş
şehre gidip orayıda düşmanlardan aldı. Daha sonra Şam diyârına giderek
orada yerleşmiş otuz bir hükümdarlığın beldelerini zaptetti. Putperest
ve Allahü teâlâya isyân eden hükümdarları öldürtüp memleketlerini
İsrâiloğulları arasında taksim etti. İsrâiloğullarını Arz-ı Mev'ûd'a
yerleştiren Yûşâ aleyhisselâm, onlara Mûsâ aleyhisselâma nâzil olan
Tevrât'ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü teâlâya imân ve
ibâdet üzere kalmalarına çalıştı. Yûşâ aleyhisselâm, Mûsâ
aleyhisselâmın vefâtından sonra yirmi yedi yıl insanlara Allahü
teâlânın emirlerini bildirdi. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Yerine
Kâlin bin Yuknâ'yı halife tâyin etti. Yüz yirmi yedi yaşında vefât
etti. Kabrinin Nablûs veya Haleb yakınındaki Mearre şehrinde olduğu
rivâyet edilir. Yûşâ aleyhisselâm İstanbul'a hiç gelmedi. Beykoz
Tepesinde ziyâret edilmekte olan kabrin Yûşâ peygambere âit olduğu
söyleniyorsa da târihi bilgilere uygun değildir. Bu bir veli veyâ
havârilerden birine âit olabilir. Böyle ise yine kıymetlidir. Kabrin
Yûşâ peygambere âit olup olmadığını kesin olarak söylemek uygun
değildir. Yûşâ aleyhisselâm karayağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri
gözlü, yassı göğüslü bir görünüşe sahipti. Yüzünün güzelliği Yûsuf
aleyhisselâma çok benzerdi. Cesûr, kahraman, yiğit, harp taktik ve
tekniğinde mahâret sâhibiydi. Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın
hükümleriyle amel edip, insanlara tebliğ etmekle vazifelendirilmişti.
Tefsir âlimleri Mâide sûresi 23. âyetinde bildirilen Allahü teâlâya
imân edip, o'ndan korkanlardan iki kimseden birisinin ve Kehf sûresi
60- 65. âyetlerinde bildirilen Mûsâ aleyhisselâmın Hızır aleyhisselâmla
görüşmek üzere yolculuk ettiği sırada yanında bulunan gencin Yûşâ
aleyhisselâm olduğunu bildirmişlerdir.
Mucizeleri:
1-
Yûşâ
aleyhisselâm, Eriha'yı fethetmek üzere İsrâiloğullarını topladı.
Yolculuk esnâsında Şeria (Ürdün) Nehrinin suları çok olduğu için
geçemediler. Nehrin üzerinde köprü de yoktu. Yûşâ aleyhisselâm duâ
edince Şeria Nehrinden bir yol açıldı. İsrâiloğulları o yoldan
geçtikten sonra sular tekrar eskisi gibi akmaya devâm etti.
2-
Bir şehrin fethi esnâsında kuşatma uzun sürmüştü. Bütün çalışmalara
rağmen surlarda gedik açılmamıştı. Yûşâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü
teâlânın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı. Yûşâ
aleyhisselâm ve ona inananlar şehre girip fethettiler.
3-Yûşâ
aleyhisselâm Kudüs şehrini fethetmek için muhâsara etti. Bir
cumâ günü akşam üzeri güneş batarken, güneşin bir müddet daha batmaması
için Allahü teâlâya yalvardı: ''Ey Allah'ım! Güneşi geri al!'' diye duâ
etti. Allahü teâlânın emri ve takdiri ile batmak üzere olan güneş
yükseldi. Bir müddet daha gündüz devâm edip Kudüs fethedildikten sonra
battı.
Ahmed
bin
Hanbel'in Müsned'inde bildirdiği hadis-i şerifte; ''Güneş hiçbir kimse
için batmaktan alıkonulmaz. Ancak Beyt-i Mukaddesi fethetmek için
gittiği gecelerden birinde Yûşâ aleyhisselâm için batmaktan
alıkonuldu.'' buyuruldu.
|
Zekeriyya
Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. İsmi Zekeriyyâ bin Âzan bin Müslim bin
Sadun olup, soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır. Yahyâ aleyhisselâmın
babasıdır. Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dinin emir ve
yasaklarını insanlara tebliğ etti. Marangozluk yapar elinin
emeğiyle geçinirdi. Kavmi tarafından şehit edildi. Zekeriyyâ
aleyhisselâm zamânında Şâm vilâyeti Batlamyüsilerin elindeydi. Onlar
Kudüs'te bulunan Beyt-ül-Makdis'e hürmet ederlerdi. Beyt-ül-Makdis
mâmur olup gece ve gündüz orada ibâdet edilirdi. Mescidde Hârûn
aleyhisselâm neslinden din büyükleri vardı. O zamanlarda İsrâiloğulları
arasında peygamber yoktu. Bunlar bir peygamber göndermesi için gece
gündüz Allahü teâlâya duâ ettiler. Allahü teâlâ, Beyt-i Makdis'te
Tevrât yazmayı ve kurban kesmeyi idâre eden Zekeriyyâ aleyhisselâmı
peygamber olarak vazifelendirdi. Zekeriyyâ aleyhisselâm insanlara
nasihat ederek doğru yola çağırdı. İsrâil oğullarından onun
bildirdiklerine inananlar olduğu gibi, inanmayıp karşı çıkanlar daha
çok oldu. Zekeriyyâ aleyhisselâm, İmrân bin Mâsân isminde bir dostunun
kızı olan Elisa ile evlendi. Elise ile hazret-i Meryem kardeş olup
babaları İmran idi. İmrân önce Elisa'nın annesi ile sonra bunun başka
erkekten olan kızı Hunne ile evlenmişti. Hazret-i Meryem'in annesi olan
Hunne; ''Cenâb-ı Hak bana bir oğul ihsân ederse Beyt-ül-Makdis'e
hizmetçi yapacağım.'' diye adakta bulundu. Kızı oldu. Adını Meryem
koydu. Hazret-i Meryem doğmadan önce babası İmrân vefât etti. Hunne
kızı Meryem'i teslimetmek üzere Beyt-ül-Makdis'e götürdü. Orada bulunan
âlimlere niyetini anlatıp nezrinin kabûlünü ricâ etti. Meryem, Beyt-i
Makdis'e kabul edildi. Fakat Meryem'in kimin himâyesinde kalacağı
husûsunda Beyt-i Makdis hizmetçileri olan âlimler arasında anlaşmazlık
oldu. Zekeriyyâ aleyhisselâm; ''Çocuğu himâyeme ben alacağım. Akrâbalık
yönünden çocuğua en yakın benim.'' dedi. Diğer âlimler de çocuğu
himâyelerine almak istediler. Çekilen kur'a neticesinde hazret-i
Meryem'in Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde kalması kararlaştırıldı.
Zekeriyyâ aleyhisselâm hazret-i Meryem'i evine götürdü. Onu hanımı
Elisa büyüttü. Sonra da hazret-i Meryem için Beyt-i Makdis'te yüksek
bir oda yaptırdı. Hazret-i Meryem bu odada hem Allahü teâlâya ibâdet
etti, hem de Zekeriyyâ aleyhisselâmdan Tevrât okudu. Zekeriyyâ
aleyhisselâm ona hergün yiyecek getirir, ibâdetten bir şey öğretirdi.
Bir kış günü odasına girdiğinde önünde dünyâ yiyeceklerine benzemeyen
türlü türlü nimetler gördü. Nereden geldiğini sorduğunda; ''Allahü
teâlâ tarafından geliyor.'' diye cevap verdi. Bu yiyecekler Allahü
teâlânın kudretinden hazret-i Meryem' e verdiği bir kerâmetti.
Zekeriyyâ
aleyhisselâm 99 veya 120 yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek
bir evlâdı yoktu. Hanımı da zaten çocuk doğurmuyordu ve 98 yaşındaydı.
Gerek Zekeriyyâ aleyhisselâmın, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma
yaşları geçmişti. Fakat içine bir evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih
bir evlâdihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ ona
Yahyâ isminde bir oğlan çocuğu ihsân edeceğini Cebrâil aleyhisselâm
vâsıtasıyla bildirdi. Birgün Zekerriyyâ aleyhisselâm odasında namaz
kılarken beyaz elbiseler içerisinde Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü
teâlânın kendisine Yahyâ isminde bir oğul ihsân edeceğini müjdeledi.
Ayrıca onun hazret-i İsâyı tâsdik edeceğini, zamânın büyüklerinden ve
bütün kötülüklerden uzak, nübüvvetle (peygamberlikle) muttasıf,
sâlihler zümresinde bir zât olacağını haber verdi. Zekeriyyâ
aleyhisselâm bu müjdeye sevinip arzusunun çabukluğunu arz ederek: ''Yâ
Rabbi! Bana vâd ettiğin çocuğun meydana geleceğini delil ve alâmet
olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin bana vâdettiğin şeyde
mutmain olması için bir nişan ver. O alâmetle bu nimeti şükürle
karşılayayım.'' diye münâcaatta bulundu. Allahü teâlâ Zekeriyyâ
aleyhisselâmın duâsını kabul ederek; ''Senin için alâmet, birbiri
ardınca üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamandır.'' Bir hastalık ve
sebep olmaksızın, sen sıhhatlı olduğun halde üç gece (ve gündüz) dilini
konuşmadan alıkoymandır.'' buyurdu. Yahyâ aleyhisselâm ana rahmine
düşünce Zekeriyyâ aleyhisselâm konuşamaz oldu. Meramını ancak işâretle
anlatabiliyordu. O, bu üç gün içinde devamlı ibâdet ve zikirle meşgul
oldu. Cenâb-ı Hakka karşı hamd ve şükür vazifesini yerine getirdi.
Müddet tamam olunca Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğlu yahyâ
aleyhisselâm dünyâya geldi. Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile, Zekeriyyâ
aleyhisselâm ve âilesi sevince gark oldular. Yahyâ aleyhisselâmdan altı
ay sonra İsâ aleyhisselâm dünyâya geldi. İsrâiloğulları İsâ
aleyhisselâm beşikteyken Allahü teâlânın kudretiyle konuşmasına rağmen,
onun babasız dünyâya gelmesiyle ilgili olarak Zekeriyyâ aleyhisselâma
iftirâ ettiler. Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere aramaya
başladılar. Yahûdilerin iftirâlarını ve kendisini öldürmek
istediklerini haber alan Zekeriyyâ aleyhisselâm ''Takat getirilemeyen
şeyden uzaklaşmak, peygamberlerin sünnetidir.'' kâidesinde Yahûdilerin,
onu yakalamak için peşine düştüler. Zekeriyyâ aleyhisselâm
Beyt-ül-Makdis yakınlarında ağaçlı bir bahçeye girdi. Bir ağacın
yanından geçerken ağaç: ''Ey Allah'ın peygamberi! Bana gel'' diye
seslendi. Ağaç yarıldı ve Zekeriyyâ aleyhisselâm içine girdi. Sonra
kapandı ve onu gizledi. İsrâiloğulları Zekeriyyâ aleyhisselâmın izini
tâkip edip nereye gittiğini anlayamadılar. O sırada mel'ûn İblis
(şeytan) gelerek onlara; ''Bu ağacı bıçkı ile kesin, burada ise meydana
çıkar. Yoksa ne kayb edersiniz.'' dedi. Kâfirler o ağacı biçerek
Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehit ettiler. Zekeriyyâ aleyhisselâmın türbesi
Halep'tedir.
Mûcizeleri:
1-Kalemleri,
kendi kendine Tevrât'ı yazardı. Zekeriyyâ aleyhisselâm Beyt-i Makdis'te
maiyyetinde yetmiş kişi olduğu halde Tevrât yazarlardı. Yahûdilerin
biri gelip; ''Hak peygamber olsaydın, elinde Tevrât yazmaya muhtâç
olmazdın; sen de elinle yazıyorsun, emrindekilerle aranızda hiçbir fark
görmüyorum.'' diye konuştu. Hazret-i Zekeriyyâ bu söze çok üzüldü ve
meraklandı. Cebrâil aleyhisselâm gelip: ''Ey Zekeriyyâ, buradan
kalkınız! Kaleminize emr ediniz, kendi kendine yazsın!'' dedi.
Zekeriyyâ kalkıp, emr edince, kalem istenen şeyi yazmaya başladı. O
saatte kalem on iki sûre yazdı. Bu mûcize ile birçok kimse imân etti.
2-Zekeriyyâ
aleyhisselâm hazret-i Meryem'i terbiyesi altına aldığı
vakit, yazılması lâzım gelen kefâletnâmeyi, kalemsiz, hokkasız
yazmışlardır.
3-Kur'ân-ı
kerimde bildirildiği gibi, Zekeriyyâ aleyhisselâm ve Beyt-i
Mukaddes hademe ve kayyimlerden yirmi dokuz kişi arasında hazret-i
Meryem'in kefâleti hakkında meydana çıkan ihtilaf üzerine herkes kendi
kalemini Ürdün suyuna atmışlarken, yanlız Zekeriyyâ aleyhisselâmın
kalemi suyun üzerinde dikilmiş kalmıştır.
4-
Ağaçlar, Zekeriyyâ aleyhisselâmla konuşurlardı. Yahûdilerden
bir tâife kendisini şehit etmek üzere araştırırlarken, kendileri de
onlardan kaçtığı vakit, bir ağaç; ''Ey Allahın peygamberi, gel bende
gizlen seni ben muhâfaza ederim'' diye dile gelmişti.
5-Zekeriyyâ
aleyhisselâm su üzerinde yürür ve mübârek ayakları
ıslanmazdı. Kendisi için suda yürümekle, karada yürümek arasında fark
yoktu.
6-Zekeriyyâ
aleyhisselâmdan mûcize istendiği vakitte, yakınlarındaki
ağaçlara mübârek eliyle işâret etmiş, hemen ağaçlar, köklerinden kopup,
önlerine gelip kalmışlardır.
Kur'ân-ı
kerimin Âl-i İmrân, Meryem, Enbiyâ ve En'am sûrelerinde Zekeriyyâ
aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir.
|
Zülkarneyn
Aleyhisselam |
Peygamber
veyâ
veli.
Kur'ân-ı
kerimde kıssası, doğuya ve batıya seferleri zükr edilmiştir. Asıl ismi
İskender'dir. Doğuya ve batıya gittiği için İskender-i Zülkarneyn diye
anılmıştır. Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundandır. Peygamber
olup
olmadığı açıkca bildirilmedi. Yemen'de yaşamış olan münzir iskender ile
Aristo'nun talebesi olan Makedonyalı İskender'den daha önce yaşadı.
Sâlih
bir zât
olan Zülkarneyn aleyhisselâmı Allahü teâlâ yeryüzündeki insanlara emir
ve
yasaklarını tebliğ ile vazifelendirdi. Zülkarneyn aleyhisselâm Allahü
teâlâ
niyâzda bulunup; kendisine kuvvet vermesini, insanlar arasında hangi
ilim ve
adâletle hükmesini gerektiğinin bildirilmesini istedi.
Allahü
teâlâ
şöyle buyurdu:
''Sana
verdiğim vazifeyi yapabilmen için kuvvet ihsân ederim. Göğsünü açarım.
Herşeye
gücün yetecek hâle gelirsin. Anlayışını açar, konuşmanı genişletirim,
kulağını
açarım, tâ uzaktakileri işitirsin. basiretini genişletirim, çok
uzakları görür,
herşey nüfûz edersin. Her şeyi sağlam yaparsın. İstediğin herşeyi ihsân
ederim.
Sana heybet veririm hiç kimse sana kötü gözle bakamaz. Ben sana yardım
ederim.
Hiç bir şey sana zarar vermez. seni kuvvetlendiririm. hiş bir şeye
yenilmezsin.
Kalbine kuvvet veririm hiçbir şeyden korkmazsın. Aydınlık ve karanlığı
emrine
verir, onları senin askerin yaparım. Aydınlık senin önünde yol
gösterir,
karanlık arkandan seni muhâfaza eder.''
Allahü
teâlâ
hazret-i Zülkarneyn'in emrine bulutları ve başka vâsıtaları verdi. Ona
ilim ve
kudret, insanlar üzerine tasarruf hâkimiyeti verdi. Ayrıca beyaz ve
siyah olmak
üzere iki sancak ihsân etti. Zifiri karanlık olan gecede beyaz sancağı
açınca,
ortalık aydınlığa gark olurdu. Gündüz harp ederken düşman askerinin
karanlıkta
kalmasını arzu ederse siyah sancağını açar, düşman tarafı zifiri
karanlık,
kendi tarafı aydınlık olur, böylece düşmana kısa zamanda gâlip gelirdi.
Her
sefere çıkışında önü aydınlık, arkası karanlık olurdu.
Çok
geçmeden
memleketi genişledi. Devleti güçlendi. Allahü teâlânın emir ve
yasaklarını
bütün dünyâya yaymağı azmetti. Teyzesinin oğlu Hızır aleyhisselâmı
kendisine
vezir, ordusuna kumandan tâyin etti. Allahü teâlânın emriyle
müminlerden
meydana gelen ordusu ilk önce batıya yürüdü. Vardığı yerlerde kâfirleri
hak dine
dâvet etti. İnsanlara iyilik ve ihsânlarda bulundu. İnanmayanlarla harp
etti.
Batıda yerleşilmiş yerlerin sonuna vardı. Artık karalar bitmiş denizler
başlamıştı. Oraya vardığı sırada orada bir kavim buldu. Bu kavim kâfir
olup
vahşi hayvan derisinden elbise giyerler, denizin dışarı attığı balık
cinsinden
şeyleri yiyerek geçinirlerdi. Zülkarneyn aleyhisselâm bu kavmi, güzel
muâmelede
bulunarak hak dine dâvet etti. Kavimden bir kısmı imânla şereflendi bir
kısmı
ise imân etmekten yüz çevirdi. Zülkarneyn aleyhisselâm inanmayanların
üzerine
yürüdü ve onları karanlıkta bıraktı .Onlar karanlıkta ne yapacaklarını
bilemediler. Sonunda pişman olup tövbe ettiler ve Allahü teâlânın
varlığına,
birliğine inandılar.
Zülkarneyn
aleyhisselâm müminlerden kurduğu ordusu ile uğradığı her yerdeki
bütün
insanları hak dine dâvet etti. Allahü teâlâya imân ve ibâdete
çağırdı.
İmân etmeyenler cezâlarını gördüler. Yaya olarak Mekke-i mükerremeye
gitti ve
haccetti. İbrâhim aleyhisselâmla görüşüp hayır duâsını aldı.
Nasihatlerine kavuştu.
Daha sonra doğuya yöneldi. Güneşin ilk ışıklarının vurduğu en uçtaki
kara
parçasına vardı. Zülkarneyn aleyhisselâm orada, yer altındaki
manzenlerde
yaşayan kavmi hak dine dâvet etti. Daha sonra kuzeye bir sefer yaptı.
İki dağ
arasına vardı. O iki dağın yakınında oturan kalabalık bir kavimle
karşılaştı. O
kavmi de hak dine dâvet etti. Kavmin pâdişâhı Zülkarneyn aleyhisselâmı
iyilikle
karşıladı ve hediyeler takdim etti. Bütün kavmiyle birlikte hak dini
kabul
etti. Zülkarneyn aleyhisselâmın iltifatlarına kavuştu. Ye'cüc ve Me'cüc
adlı
kavimlerin zararından şikâyette bulundu. Zülkarneyn aleyhisselâm o
kavimle
birlikte Ye'cüc ve Me'cüc'ün zararından korunmak için sed yaptılar.
Zülkarneyn
aleyhisselâm bir seferi esnâsında hiçbir dünyâ malı ve serveti olmayan,
rızıklarını sebzeden temin eden bir kavme rastladı. Ayrıca bu kavimde
herkes
kendi mezarını kazar, hergün mezarını temizler ve ibâdetlerini burada
yaparlardı. Zülkarneyn aleyhisselâm o kavmin hükümdarıyla da görüştü.
Hükümdar
kendilerinin dünyâya önem vermediklerini, âhiretini hatırlamak için de
ibâdetlerini mezarlarda yaptıklarını anlattı. Zülkarneyn aleyhisselâm
Allahü
teâlânın yardımıyla, doğu, batı ve kuzeydeki bütün ülkeleri feth edip,
Allahü
teâlânın emir ve yasaklarını yayma vazifesini tamamladıktan sonra,
askerine
izin verdi. Kendisi Medine ile Şam arasında Dûmet-ül-Cendel denilen
yerde
insanlardan ayrıldı. Yanlız Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul
oldu. Vefât
etmeden önce yakınlarına ''Ben vefât edince usûlüne uygun yıkayıp
kefenleyin.
Sonra tabuta koyun. Yanlız kollarım dışarda sarkık kalsın. Hazinelerimi
de
katırlara yükleyin'' diye vâsiyette bulundu. Söyledikleri aynen
yapıldı. Az bir
zaman sonra da vefât etti. Mekke'ye veya Mekke civârındaki Tehâme
Dağlarında bir
yere defn edildi. İskender-i Zülkarneyn böyle vâsiyet etmekle
''Arkamdan gelen
ordular ile doğu ve batıya hâkim oldum. Hizmetçilerim emrimden çıkmadı.
Dünyâyı
baştan başa tuttum. Sayısız hazinelerim vardı. Fakat bütün bu dünyâ
nimetleri
kalıcı değildir. Gördüğünüz gibi mezâra eller boş gidiliyor. Dünyâ malı
dünyâda
kalıyor. Sizler âhirette de faydalı olacak işler yapın.'' demek istedi.
Zülkarneyn aleyhisselâm beyaz-kırmızı benizli, orta boylu idi. Güzel
ahlâk
sâhibi, Hakka teslimiyeti tam, halkına karşı mütevâzi, alçak gönüllü ve
adâler
sâhibi idi.Gazâ ve cihâda çıkmakta, beldeleri tâmirdeçok gayretli idi.
Dünyâ
malına rağbet etmez, elinin emeği, alnının teri ile geçinirdi. Bunun
için
zenbil örer kendine, çoluk çocuğuna bu paradan harcar, artanını
fakirlere
sadaka verirdi. Ye'cüc ve Me'cüc kavminin zararlarına mâni olmak için
sed
yapmıştı. Sedi rivâyetlere göre Asya'nın doğusundaki mümin Türklerin
ricâsı
üzerine inşâ etmişti. İki dağ arasına taş ve demirden yapılmış olan bu
sed bugünkü Çin seddinden başkadır. Kur'ân-ı kerimin Kehf sûresi
:83-98.
âyet-i kerimelerinde Zülkarneyn aleyhisselâmla ilgili haberler
verilmektedir.
Peygamber efendimiz, sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdu ki:
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne
dört kişi mâlik
oldu. İkisi mümin ikisi kâfir idi. Mümin olan ikisi Zülkarneyn ile
Süleymân
(as) idi. Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beşinci
olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdi mâlik olacaktır.
|
Zülkifl Aleyhisselam |
İsrâiloğullarına
gönderilen peygamberlerden. Peygamberliği kesin olarak belli olmayıp,
âlimlerin ekserisi peygamber olduğunu söylemişlerdir. Asıl ismi Bişr
olup, lakâbı Zülkifl'dir. Elyesâ aleyhisselâmdan sonra, kızmadan sabır
göstererek dinin emir ve yasaklarını İsrâiloğullarına bildirmeyi
üzerine aldığı, kefil olduğu içim kefâlet sâhibi mânâsında Zülkifl
denilmiştir. Elyesâ aleyhisselâmın amcasının oğludur. İsrâiloğullarına
Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını tebliğ etmiştir.
Allahü
teâlânın İsrâiloğullarına gönderdiği peygamberlerden Elyesâ
aleyhisselâmın eceli gelip vefâtı yaklaşınca Allahü teâlâ rûhunu kabz
edeceğini vahiyle bildirdi ve ''Mülkünü, İsrâiloğullarından gece sabaha
kadar ibâdet eden, namaz kılan, gündüzleri oruç tutan ve insanlar
arasında kızmadan hükm edecek birine ver.'' buyurdu. Bu peygamber
kendisine verilen emri İsrâiloğullarına bildirdi. Aralarıda bir genç
kalkıp: ''Bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım.'' dedi. Peygamber o
gence; ''Bu kavmin içinde senden daha büyükleri var, sen otur.'' dedi.
Sonra ikinci defâ aynı teklifi yaptı o genç yine ''Kefil olurum.''
dedi. Üçünce defâ aynı teklif tekrarlanınca cevap veren yine o genç
oldu. Bunun üzerine Elyesâ aleyhisselâm, onun yerine halife bıraktı. Bu
genç Bişr idi. Bu sebeble o gence Zülkifl lakâbı verildi.
Bu
genç
aldığı vazifeyi eksiksiz olarak yerine getirmek için çalişırken İblis
(Şeytan) onu kıskandı ve bu vazüfeyi yaptırmamak için çeşitli hilelere
baş vurdu. Fakat bu genç İblisin hilelerine aldanmadan aldığı vazifeyi
eksiksiz yerine getirdi. Bu hâlinde dolayı Allahü teâlâya şükür etti.
Allahü
teâlâ Zülkifl aleyhisselâma peygamberlik vazifesi verdi. Zülkifl
aleyhisselâm Mûsâ aleyhisselâmın dininin emir ve yasaklarını insanlara
bildirdi. Tevrât'ı okuyup hükümlerini yerine getirdi. Tebliğ vazifesini
hakkıyla yerine getirdikten sonra Şam beldelerinden birinde vefât etti.
Kur'ân-ı
kerimin Enbiyâ sûresi: 85-86. âyet-i kerimelerinde, Sâd sûresi: 48.
âyetinde Zülkifl aleyhisselâmla ilgili haberler verilmektedir.
|
Kaynak:
Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder